zm_ndd

Salı

şehr-i kadim öyküleri ve monologları

sıradan bir blogger kılığında aramızda dolaşmasına bakmayın, aslında sıkı ve oturaklı bir öykücü o. hernekadar eskizse de yazdıkları henüz, bu hâlleriyle bile oldukça güçlü bir anlatım gücüne sahip olduklarını söylemeliyim. ve "sıradan blogger" tabirimi mazur görün, hafif şaka yollu bir tabirdi elbette ancak blog yazımını ben'in bohem gel-gitlerinden öteye götürüp okuma/yazma/düşünme/hissetme sürecini bu denli verimli bir şekilde kelimelere aktarması beni böyle bir ifade kullanmaya mecbur bıraktı. özellikle öykücülük konusunda blog dünyasının onun öyküleri için fazla mütevazi kaldığını düşünüyorum. öykülerini takdir ve ilgiyle takip ediyoruz.

Etiketler:

kestirmeden gitmek her zaman doğru yere götürmeyebilir insanı. sözün bir şekilde kelimeleşmesinden ziyade, hangi şartlarda dile döküldüğü önemli sanki. benim için anlamlı olan belki benim dilimden süzülendir ele, elden kaleme, kalemden sayfalarına defterimin. ya da hangi iki yaşam için aynı diyebilirsin ki. insan düşündüğü /hissettiği için konuşur; elbette gerekliliklerle değil. yaşamını yaşamaya gücü yettiği-nce ve kadar yaşar insan. yetemediği yerde biter zaten.
bence.

eskilerden kalma bir defterim vardı; sayfaları kalın, kirli beyaz ve kepekli. o defter yazmayı en sevdiğim defter olmuştu. kalemimin mor mürekkebini emişini seyretmenin keyfini en güzel o yaşatırdı çünkü. dağınıklığa varmayan bir dağılmayla mürekkep, komut aldığı harfleri yayardı bir güzel sayfalara. otur da seyret sonra. allahtan güzel bir el yazım yok... aksi durumda çok daha takıntılı hâle gelebilirdi bu yazı/seyir süreci.

Etiketler:

Cumartesi

Peki ya zamanı dolduran gamsa ve bir sınırı varsa zamanın? Her var, bi gün bi yerde yok olur. Zaman varsa sınırı da vardır ve bir taşma noktası da. Ona dolan ve onu var eden ondan geniş olabilir elbet. Bu uyumsuzluk zamanın ötesinde bir yaşayış demek, zamanın sınırlarını aşan var oluşları kabul ettiğinde.. her şey bittiğinde ne olacak. “Her şey biter bir şey bitmez”

Etiketler: ,

heights

amerikan dramlarından pekbirşey beklememek gerekiyor: aşklar ve seçimler üzerine kurulu senaryolar.. yanlış aşklar/yanlış hayatlar/yanlış seçimler filmin sonunda -genelde-mutlu doğru aşklar/doğru hayatlar/doğru seçimlere yöneliyor. seçilenin imkânsızlığı durumundaysa ilkesel olarak doğruyu bulmanın verdiği huzura imkânsızlığın getirisi olan hüzün bulaşıyor hâliyle.
bu geceki filmde de böyle bi hikâye dönüyordu işte.

Etiketler:

Cuma

şeytanın tenezzül etmediği ruhlar da var tabii

"Kabul et, ilk Jimmy Choo ayakkabılarını ayağına geçirdiğin gün ruhunu sattın."

evet evet moda... kullanışlılık ile ilgilenmez.

"- Bir kadın bu kadar çantaya neden ihtiyaç duyar ki?
- Kapa çeneni."

gecenin zaman kapkaççılarından biri yukarıdaki filmse diğeri de buz pateni avrupa şampiyonasıydı:
yarışın parlayan fransızı joubert, çek cumhuriyeti'nden verner'le cedelleşedururken biz vatandaşı -sempatik ve biraz da kalıpdışı- preaubert'i destekledik. kendisi ve ekibi de seyirci tepkisinden ve sergilediği performanstan ötürü fazlasıyla umutlanmış olmalılar ki aşağıdakine benzer fotoğraflar verdiler puanların açıklanması esnasında. kendisini ancak 6.lığa yükseltebildik desteklerimizle.


eh öte taraftan belliydi tabii ki joubert'in şampiyonluğu alacağı; bunu bildiğinden olsa gerek fazlasıyla şişkin ve havalardaydı. az buz değil, plushenko'nun elinden birincilik kapmış bir adam nihayetinde.

ama kendisine pek kanımız kaynamadığından reklamını fazlaca yapmıyor ve arkadan bir fotoğrafını yayınlıyoruz sadece.

Etiketler:

Perşembe


çoğu zaman create kısmına tıklayıp blogger'da uzun uzun bakıyorum boşluğa aklımdaki mevzuyu düşünürken. bisürü şey yazıyorum uzun uzun, ama zihnimde. sonra da çıkıyorum sayfadan. yazmış kadar oluyorum. bana yetiyor. gündüz vassaf'ın sözcük mahpusları bölümünde bahsi geçen sessizlik mevzusu bunu doğruluyor sanki. "çok boyutlu, çok durumlu deneyimimizi tek anlamlı, bir gizemsiz sözcüğe indirgediğimiz anda, bizi çevreleyen sonsuz zenginliği bozmuş, insanoğlunun hayal gücünü iğdiş etmiş ve totaliter bir düzeni zorla kabul ettirmiş oluyoruz." gibi. ya da "sözcükler ağzımdan çıkar çıkmaz yüzümü kapadım utançla"* gibi...


*beckett

Etiketler: ,

Sinderella Saati

gökhan özcan


"önce herşey vardı ve kimse yoktu.

kulenin saati ilan etti son verilere göre gerçek zamanı, adam aynı saati yakaladı ve saatini ayarladı, ondan farkı olsun istemiyordu, bildiği senkronik bir aldatmacaydı dolanan.

yağmuru ve geceleri ve yağmurlu geceleri sevmiyordu adam."

tamamı

Etiketler: ,

babil ve tanrı ve bilinmeyen

babel’i henüz izlemek nasip olmadı ama aklıma da şu soruyu getirdi ünlü babil miti: “tanrı kendisine ulaşabilmek için yüksek bir kule inşa eden insanlığa kızıyor da çeşitlendiriveriyor ya dillerini bir anda; acaba aslında onu kızdıran böyle bir şeye cüret edilmesi miydi yoksa kendisine yönelik bir tehdit olarak mı algıladı bu eylemi?” şeklinde. yani bu miti oluşturan kolektif mitolojik zihin neyi kastediyor? elbette bulunabilir cevabı, fakat soruyu sormak değil mi amaç?

ardından bloglararası dolaşım sorularından birine geçiyoruz-follow the fever taraflarından aktarılan; her hal ve şartta gece yatmadan önce 1 sigara+1 bardak su içmeden yatamayan ben, aksi taktirde kolay kolay geçiştiremediğim bir krize girerim. ancak film izlerken uyuyakaldığım zamanlar müstesna. karda kışta boranlarda, balkonlarda teraslarda gerçekleşen bu eylem sonucu gündüzleri yüzümü görememiş nice komşu tarafından epey tanıdık bir sima haline geldim. ancak tiryaki değilim, en azından gündüzleri.

bir de peynirli cheetos ve crunch fanı olmak durumu var ki –dı aslında. nerde o eski cheetoslar ve crunchlar. daha yoğun, daha sert, içi dolu, varlığını net bişekilde ortaya koyabilen, şimdikiler gibi eriyivermeyen.

derken bahar geldi ankara’ya. bi taraftan “dışarıda kar yağıyor”* hayal ederken diğer taraftan “dışarıda bahar geldi karıcığım bahar”* moduna girdik. bahar bahar kokuyor ortalık, kabanlar paltolar atılmış ceketimsiler giyilmiş falan. İşin garibi cidden insana kendini “daha genç” hissettiriyormuş bahar. kötü. genç hissedebilmek için gençliği az da olsa geride bırakmış olmalı değil mi insan.



*şiir: nazım hikmet

müzik: ünol büyükgönenç

Etiketler: ,

Çarşamba

the dry salvages

t.s. eliot

I
...
ve durgun sisin baskısı altında
çalan çanlar
zamanı ölçer zaman bizim değil, çalınır uyuşuk
soluğanlarca, bir zaman
daha yaşlı kronometrik zamandan, daha yaşlı
zamandan, kaygılı üzgün kadınların hesapladığı
uyanık yatarak, geleceği kestirmeye çalışarak,
ve çabalayarak sökmeye, açmaya, ayırmaya
ve biraraya getirmeye geçmiş ile geleceği,
yarı gece ile tan arası, geçmiş bütünüyle aldanıştır,
gelecek de geleceksiz, sabah saatinin önünde
zaman durunca ve zaman hiç sona ermeyince;
ve soluğanlar, geliyor ve gelirdi başlangıçtan,
çalar
çanları.

çeviri: suphi aytimur

Etiketler: ,

iki film, iki loser öyküsü


little miss sunshine ile hokkabaz arasında start noktasında başlayan, orada temellenen , aynı zemine oturmuşlukla kendini gösterir gibi yapan benzeşme detayda dede/baba faktörüyle devam etti. özellikle iki filmin de bu karakterlerindeki benzeşim çalıntılık düşüncesinden ziyade sadece bir soru işareti olarak takıldı kafama. belki benzer zeminlere oturtulmuş hikâyelere rastlamak olası , yüzlerce film dolaşıyor ortalıkta ama bu iki karakterin bu denli benzemesine (karakter ve fiziksel duruş) pek aklım ermedi. üstelik iki filmin de gösterimi aynı döneme rastlıyor aşağı yukarı.
onun dışında bakmayın imdb'den aldığı 8.1 puana, vasat bir hayata bağlanma hikâyesi. o kadar. filmin sonlarında, sevimli küçük bir kız çocuğu sayesinde hayata tutanabileceklerini anladıkları izlenimini veren loserlar işte.

ps. sol köşede oturan yaşlı adam hokkabaz'ın sait tünaydın'ına benzemiyor mu? bu da onun gibi hafif deli ve biraz da gazi...

film demişken ve değinmişken, son günlerin filmleri ve sevdim sevmedimleri:

reconstruction-- filmi sıfır önbilgiyle izledim, çok ilginç bulmadım, sever gibi oldum ama tam da sevemedim. sonra bi göz attım piyasaya ve yere göğe sığdırılamadığını gördüm. kendimden şüphelendim sanki. sonra yok dedim sorun yok. tanrı-yazar paralelliğinde bir yazar-tanrı hikâyesi. başarısız.

trilogia: the weeping meadow-- angelopoulos'un ve elbette sevdim. ağır tempolu, dingin bir film. angelopoulos demek yeterliydi ya..

mustafa hakkında herşey--ya ben bişeyi anlamadım bu adam babam ve oğlum'u yaptı diye mi etkilendiniz bu kadar ve övdünüz bu filmini de..çevremde birçok arkadaşımdan övgü dolu sözler duyunca, elime de geçince hasbel kader izledim ama oyunculuk (f.kuşkan ve n.işler) dışında sevdim diyemeyeceğim.

click--beklentim sadece hafiflik ve eğlenmekti. eh işte.. hayır hayır, eğlenmedim yeterince.

break-up-- kötü. sevmedim.

ray--sevdim.

adaptation--oyunculuk iyiydi ancak film sanki fazla kasılmıştı.

silent hill--korku filmi diye birşey kaldı mı ki?

underworld evolution-- ilkini büyük bir keyifle izlemiştim, bu da fena değildi. çok keyif almadım.

quand la mer monte(when the sea rises)--boşverin.

snow falling on cedars--sevdim.

their eyes were watching god--akıcı, keyifli ama izlenmese de olur filmlerden.

borat--ı-ıh.

ps2.yalnız ne edit yapmışım, bunlar hep sıkıntıdan sıkıntıdan. bugünü patlamadan atlattım ya, şimdi boş boş konuşasım var. neydi o kabus, gündüzdüşü. evde duramazsın, dışarı çıkamazsın, bir o yana bir bu yana oflarsın, hiç bir şeye dokunamazsın, anlamsızlık entarisi giymiştir her baktığın, her düşündüğün, herşey işte, sonra huuup göğe çekilmeyi düşlersin. biranda. uzaylılar gelmiş de seni bilinmeyen uçan cisimlerine çekiyorlarmış gibi. diş ağrısı gibi. sızı gibi. of. peki ya yarın?

Etiketler: ,

Cumartesi

uykudan önce

başım ağrıdığında böyle, uyumak istiyorum. uyuyunca ağrımıyor başım. başım ağrımıyor ama yaşamıyorum da.. yaşamıyorum ama yok da olmuyorum. yaşıyorum sanki ama var da olmuyorum. öte yandan; uyanıkken başım ağrısa da yaşıyorum yine de.

ne yani "başağrısına" rağmen yaşamalı mı yaşıyor gibi, uyumalı mı yaşamıyor gibi.

ya var olmalı ya yok olmalı insan, tercihi uyumaksa yok gibi değil yok'un kendisi olmalı.

Etiketler:

Çarşamba

eternity and a day


birkaç gün önce bahsetmiştim eleni karaindrou-theo angelopoulos ikilisinden. bu ikilinin harika bir eseri bu akşam televizyonda; sonsuzluk ve bir gün. 22.15'te cnbc-e'de.. izlemediyseniz kaçırmayın; izlediyseniz benim bişey söylememe gerek yok zaten.
bu filme ait bir müzik olan, -eleni karaindrou'nun yarattığı- bir post alttaki by the sea adlı o sonsuz dinginliğe yönlendiriyorum sizi..

Etiketler:

Salı

pachelbel canon

zikzak my sassy girl'ü yeniden gündemimize sokunca; soundtrackında yer alan -ve aynı zamanda kulaklarımızdaki yeri hiç bir zaman başka hiçbir gruba verilmeyecek olan haggard'ın da awaking the gods'da yorumladığı- pachelbel'in canon'u takıntı haline geldi birkaç gündür.

buyrun:



Etiketler: ,

Cumartesi

kar


topio stin omichli (landscape n the mist)
kış yeni yeni soğutuyordu ev içlerini filmi izlediğimde.
bir devlet dairesi. seksenlerin sonu. yunanistan. yoksul sokaklar, yoksul binalar. yoksul insanlar. iki çocuk var, kardeş. abla ve erkek kardeşi. babalarının hayaliyle evden kaçmış, almanya'ya gitmeyi koymuşlar kafalarına. yolun bir noktasında annelerine gönderilmek üzere yakalanıyorlar. bir devlet dairesindeler. onları getiren adam koridorda beklemelerini söyleyerek odalardan birine giriyor. bu esnada başlamış olan kar yağışı insanları büyülemiş adeta. hep birden pencerelere yönelip ardından unutuyorlar yaşamın diğer parçalarını ve koşuşuyorlar sokağa. sokak. meydan. lapa lapa kar. döne döne uçuşuyor kar taneleri. duruyor yaşam. sahnede görülen tüm insanların gözleri gökte, başları havada. sanki film durduruluyor. oysa yağmaya devam ediyor kar. oysa çalmaya devam ediyor -angelopoulos filmlerinin kaçınılmazı- eleni karaindrou piyanosunu. kar lapa lapa yağıyor. kardan başka hiçbir şeyi gözü görmüyor hiç kimsenin. o büyüye kapılmışlar ve temizliyorlar sessizliğin kir tutmuş yanlarını karla. hep beraber sadece karın yağışını yaşıyorlar.
ve bir süre sonra iki çocuk karın dondurduğu sahnede, koşarak uzaklaşıyorlar insanların arasından geçerek. özlemlerine.

ben işte, karın yaşamı dondurduğu o sahnede olmak istiyorum. ne yaşarsam yaşayayım, ne kadar kötü hissedersem hissedeyim beni iyileştiren karın artık yağmasını istiyorum.

Etiketler: , , ,

Çarşamba

pof!

hızla giden dünyadan yavaşça atlamaya çalışan kadın---pof desem yok olur mu dönen---üff'lesem söner mi ışıkları yıldızların---koşsam ulaşır mı kendi yarattığım şeytanlar---bir kadeh soma---ve şeytanı arayan bakışlar---her iyi gerektiğinde kötü-her insan zaman zaman şeytandır---hızla dönen dünyadan yavaşça düşmeyi başardı kadın.

Etiketler:

şiir ve kadavra

ece ayhan

1. Parşömen kağıtlar okunduğunda, kıvrıktırlar; şiirin ve

2. kadavranın içi açılmamıştır, insan insanın hiç.

Etiketler: