zm_ndd

Perşembe

babil ve tanrı ve bilinmeyen

babel’i henüz izlemek nasip olmadı ama aklıma da şu soruyu getirdi ünlü babil miti: “tanrı kendisine ulaşabilmek için yüksek bir kule inşa eden insanlığa kızıyor da çeşitlendiriveriyor ya dillerini bir anda; acaba aslında onu kızdıran böyle bir şeye cüret edilmesi miydi yoksa kendisine yönelik bir tehdit olarak mı algıladı bu eylemi?” şeklinde. yani bu miti oluşturan kolektif mitolojik zihin neyi kastediyor? elbette bulunabilir cevabı, fakat soruyu sormak değil mi amaç?

ardından bloglararası dolaşım sorularından birine geçiyoruz-follow the fever taraflarından aktarılan; her hal ve şartta gece yatmadan önce 1 sigara+1 bardak su içmeden yatamayan ben, aksi taktirde kolay kolay geçiştiremediğim bir krize girerim. ancak film izlerken uyuyakaldığım zamanlar müstesna. karda kışta boranlarda, balkonlarda teraslarda gerçekleşen bu eylem sonucu gündüzleri yüzümü görememiş nice komşu tarafından epey tanıdık bir sima haline geldim. ancak tiryaki değilim, en azından gündüzleri.

bir de peynirli cheetos ve crunch fanı olmak durumu var ki –dı aslında. nerde o eski cheetoslar ve crunchlar. daha yoğun, daha sert, içi dolu, varlığını net bişekilde ortaya koyabilen, şimdikiler gibi eriyivermeyen.

derken bahar geldi ankara’ya. bi taraftan “dışarıda kar yağıyor”* hayal ederken diğer taraftan “dışarıda bahar geldi karıcığım bahar”* moduna girdik. bahar bahar kokuyor ortalık, kabanlar paltolar atılmış ceketimsiler giyilmiş falan. İşin garibi cidden insana kendini “daha genç” hissettiriyormuş bahar. kötü. genç hissedebilmek için gençliği az da olsa geride bırakmış olmalı değil mi insan.



*şiir: nazım hikmet

müzik: ünol büyükgönenç

Etiketler: ,