zm_ndd

Cumartesi

itaki'de zamansız birkaç saat

Malum başak formlu yılanların çatallı dilleriyle atmosferimde açtıkları deliklerden içeri dolan sıkıntılı havayı dağıtmak için dışarı çıktım bugün. Çok uzun süredir “kitap almak için” uğramadığım 12 yıllık kitapçıma, Birleşik’e, uğramak ve yine çok uzun süredir almak istediğim bir iki kitabı almak da hedeflerimdendi. Özellikle, Beckett’in Hiç İçin Metinler’ini yıllar sonra yeniden elime almanın verdiği dürtülmeyle elimde olmayan biriki kitabına daha bakmaktı niyetim. Ve Perec’in, kendimi salıvermişliğimden ve yeni kitaplar okuyamayacak kadar beynimi tembelleştirmiş olmamdan dolayı almaya kalkışmadığım Kayboluş’unu alıp en azından okunacakların arasında yerini sağlama almak… evet, bahsi geçmişti bir ara, kitapçılık yapmışlığımız olmakla beraber ikinci el kitaplarla ilgilendiğimiz için elimize düşmeyen kitapları daha da öncesinden beri müşterisi olduğumuz Birleşik’ten alırdık. Bu kez Beckett bulamadım orada ancak Kayboluş’u ve bir de sürpriz bir şekilde karşıma çıkan Lévinas’ın Zaman ve Ölüm’ünü buldum. Bu ikincisi beni ziyadesiyle sevindirdi çünkü hesapta olmayan bir şeydi. Ben mi kitaplardan uzak kaldığımdan fark etmemişim yoksa yeni bir kitap mı diye basım yılına baktım hemen ve gördüğüm 2006 ibaresi beni daha da mutlu etti. Eh okur muyum hemen bilemiyorum ama lanet olası sahip olma güdüsü işte. Bu yüzden kimseden ödünç kitap alıp okumayı sevmem. Kazıya kazıya okurum kitapları neredeyse, çize yaza… anlık kişisel notları –alakasızca- sağına soluna saplaya saplaya.(laf aramızda ödünç kitap verdiğim dostlar alınmasın, kitap vermeyi de sevmem pek. Neme lazım okuyasım tutar, bir yere takılıverir aklım, altını çizdiğim satırları tekrarlamak isterim falan.. acayip sıkıdır elim. Yüzsüzlükle kitap konusunda ısrarcı olabilecek kadar yakın olanlarsa benim kitapların gecikmesi durumunda sergileyeceğim çirkef hâlleri kaldırabilecek kadar “yakın”dırlar zaten) Kitaplara da göz atacağımız bir yere oturmak üzere –hemen öncesinde birer çay içtiğimiz- gökkuşağının da bulunduğu mekândan ayrılırken 12 yıllık arkadaşımla :) gökkuşağından –bir anlamda-istifa ediyor olduğumuzu nereden bilebilirdim ki. Yeni keşfimiz İtaki. Ankara’da yeni ve sahiplenilesi bir mekân keşfettik nihayet. İçimize sinen, bizi yormayan, rahatlatan, huzur veren.
İtaki çok özel bir yer. Aslında özelliğini kendinizi apayrı bir yerde, bir kır kahvesinde falan hissettirmesinden ve gökyüzüne yakınlığından alıyor. Ankara’yı unutuyorsunuz tamamen. Hep orada oturmak istiyorsunuz, serin serin eserken rüzgâr terasta. Yoğurt kovalarına dikilmiş çiçekler yanıbaşınızda salınırken. (gerçi bu pek hoş durmamıştı ama olsun) eski tip iskemlelerde masanın ayakları arasına gerilen çıtalara dayayıp ayaklarınızı, kendinizi gıcırdaya gıcırdaya sallarken. Aynen aşağıdaki fotoğraftaki iskemle gibi.. bu arada o iskemle babannemlerin bahçesinde fotoğraftaki hâliyle, dedemin –hâlen- deriden, eski tip, çarığımsı köy ayakkabıları diktiği atölyesinin hemen önünde (kimbilir hangi müşterisi işin bitmesini beklerken ya da hangi arkadaşı bir sohbetin bitiminde bırakmış) duran iskemleydi. Neyse itaki diyordum, yeni devralmış ve canayakın sahibinin de payı var elbette buranın kendinizi rahat hissettirmesinde. Öyle ki sigaranız bittiğinde, 7-8 katı asansör olmadığı için, inip çıkmaya üşenmiş olmaktan dolayı 2 sigara rica ettiğinizde 4 sigara bırakıp, çok oldu dediğinizde bitince bi daha istemeyecek misin nasıl olsa diyen bir ev sahibi.. sanırım biz artık gökkuşağına gitmeyeceğiz çayımızı içmek için ve dostlarımız da…
İnsan her şeyi unutuyor orada, hep oturmak, sohbet etmek, hayal kurmak, gülmek eğlenmek, hiç kalkmamak orda yaşamak istiyor. Rüzgâr eşeliyor havada biriken gülüşmeleri, zaman zaman bir hüzün tortusu çıkıyor ortaya; sonra bir daha esiyor ve tekrar kayboluyor gülüşlerin arasında o tortu. İnmeye başladığınızda basamakları hiç istemeden, şehrin size saldıran sesleri ve dumanları arasında sendeleyerek, bir anda kapanıyor o büyülü yere çıkan geçit. Kalakalıyorsunuz sokağın ortasında. Yine tadı olmuyor dünyanın.


Deepnot:Çok mu abarttım ne. Yok yok iyiydi gerçekten, ben şimdiden özledim orayı. Ama işte 22’de kapatıyor, 22.30’a kalan oldu mu kovuyormuş arkadaş misafirlerini. Biz de kovulanlardan olmayalım dedik ve bugünün dünya saatiyle 3,5 saatini çatır çatır harcadık orada. Darısı başka bir günün başına.


Deepestnot: Fotoğraf makinesi yanımda olmadığı için fotoğraflarını çekemedim maalesef, ama fotoğrafta çıkmazdı ki orada olmayan zaman.

Etiketler: ,