zm_ndd

Cuma

@dali

Jean Claude Carriére’nin dilinden an’da eriyen zaman üzerine bir anlatı..
Peter Brook bana şunu anlattı: Yaşlı bir saatçi ona, XVII. yüzyılın sonunda saatçilerin, tik-takların ritmini ayarlamak ve bunları yüzyıldan yüzyıla gitgide hızlandırmak için düzenli olarak toplanmaya karar verdiklerini söylemiş. Toplumun temposuyla uyumlu kılmak için diye düşünüyorum. Toplantıya gelerek, ‘gerçekten de tarih gitgide daha hızlı akıyor. Saatlerimizin hareketini biraz daha hızlandırmamız gerek’ diyen yaşlı saatçileri bir gözünüzün önüne getirin. Gözlerden uzakta, dünyadaki tik-takların ritmi konusunda karar veren gizli bir dernek…
Peter Brook’la yaptığım bu konuşmadan sonra Hintli bir dostumla karşılaştım. Çok karmaşık bir kişiliği olan Moshe Agashi hem çocuk psikiyatrı hem ünlü bir sinema oyuncusu hem de çalışmalar yapmak üzere gittiğim Poona Sinema Okulu’nun müdürüdür. Ona saatçiler öykümü anlatınca büyülendi, bana şöyle dedi: ‘Nümerik, dijital saatlerimizin kadranda yalnızca bir rakam gösterdiğine dikkat ettin mi?’ gerçekten de bu ayrıntıyı yakaladığımı söyledim. ‘Başka bir şey dikkatini çekti mi?’ diye sordu. Bir yanıt veremedim, açıklamasını bekliyordum. ‘Nümerik saatlerin üzerinde’ dedi, ‘küçük bir dikdörtgen saati göstermekte, ama kadranın kendisi sessiz. Bir rakam görüyorsun hepsi bu. Saatin kaç olduğunu söyleyen saatlerimiz var ama bunlar saatin kaç olmadığını söyleyemiyorlar.’ Bu bana dahice geldi. Sözlerini sürdürdü: ‘Kadranlı bir kol saati üzerinde, okuduğun saat zamanın çemberi içinde yer alır. Gün içinde ne yaptığını, sabah nerede olduğunu, arkadaşınla karşılaştığında saatin kaç olduğunu hemen anımsarsın, havanın kararmaya başladığı saati anımsarsın ve dolu dolu geçen bir günün sonunda için rahat, ama aynı zamanda, zamanın, ertesi gün saatinin çevresinde yeniden akmayı sürdüreceğinden emin olarak uyumadan önce, önünde ne kadar zaman olduğunu görürsün. Ama saatin dijital ekranlıysa, bir anlar dizisi içinde yaşamak zorundasındır ve zamanın gerçek ölçüsünü yitirirsin.’”

Etiketler: