zm_ndd

Çarşamba

"geçmiş" olmak ve "tarih" olmak

“tarih” başlıbaşına mucizevî bir olgu. Tarihin çeşitli nesneler, kitaplar ve efsaneler yoluyla bugüne ulaşma çabası ise ulaşabildiği oranda, daha da mucizevi.. oysa bugünleri, bu yılları yaşayan bu kuşak gelecek nesillere bir “tarih” bile sunamayacak gibi görünüyor. Yüzyıllarca dayanıklılığını sürdüren kağıtların, yerini birkaç yıllık ömre sahip değersiz kağıtlara bırakması; fotoğraflarımızın albümlerden ve kağıt baskılardan çıkıp bilgisayar belleklerinde, cdlerde biriktirilmesi, cdlerin birkaç çizik sonra okunmayacak hale gelmesi, dolayısıyla bu yolla sakladığımız ve arşivlediğimiz (mesela)filmlerin çocuklarımıza kalamayacak olması, onlara bırakmayı düşlediğimiz kütüphanelerimizin sayfaları pıtır pıtır sökülen kağıtlarla dolu olması; geçen yüzyıla ait film arşivlerinin bugün devlet arşivlerinde çürümeye yüz tutmuş ve neredeyse kurtarılamayacak hale gelmiş olması; yaptığımız binaların köprülerin çeşmelerin estetikten yoksunluk bir yana sağlamlıktan nasibini almaması gelecek nesiller için üzülmemize yeterli veri sağlar herhalde. Her ne kadar tarihi eserlerimize gerekli bakımı yapamıyorsak da, çoğunu yaban ellere kaptırdıysak da, elde olan fakat ortaya çıkarılamayanların kazandırılması için yeterli paraları dökemiyorsak da bizi az çok tatmin edecek bir görsel malzemeye sahibiz en azından. Hala yüzyıllar öncesinden izler taşıyan, baktığımızda içimizi ürperten, hayranlık duygularımızı kabartan, coşku ve hüzün yaşatan “tarihi eser”lerle yaşıyoruz. Hala 12. yy’dan kalma bir köprünün üzerinden geçip, 13. yy’dan kalma bir camide namaz kılabiliyoruz. Hala anneannelerimizden kalma, el dokuması kilimleri evimizde dekorasyon amaçlı da olsa kullanabiliyoruz. Hala elimizde olan o kadar çok şey var ki aslında ve hala yitirmekte olduğumuz.. Umut var mı yok mu bilmiyorum. Ancak tarihi, evlerinin içinde, sokaklarında, şehirlerinde göremeyecek insanlar için gerçekten üzülüyorum.

Yazıtlar ilginç geliyor, binyıl öncesinde ya da daha önce yaşamış bir insanın düşüncesini, düşüncesinin sınırlarını, ifade biçimlerini görüp günümüz aklıyla kıyaslamayı sağlayabilen metinler… tarihle en güçlü bağlar, onun en somut tanıkları… ve aynı zamanda tarihin toplumsallığının yanında biraz daha bireysel olabilen yazıtlar.

Mesela Orhun anıtları’ndan bilge kağan yazıtı’nın kuzey yüzü.. bunun yaklaşık 1200 yıl önce bir insan tarafından; doğmuş, çocuk olmuş, büyümüş, oturmuş kalkmış yemiş içmiş; aslında bizlerden hiçbir farkı olmayan sadece çevresine baktığında bizim gördüğümüz şehirleri görmemiş ama bizim gördüğümüz ağaçları, otları, böcekleri görmüş; fakat tarihte adı geçen bir devlette adı geçmiş bir insan tarafından yazılmış/söylenmiş olduğunu bilmek tarifsiz bir his veriyor. Havanın ılık ve güneşli olduğu bir günde, rüzgarın sert esişiyle üşümek gibi..


Kuzey Yüzü:
Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit. Bilhassa küçük kardeş yeğenim, oğlum, bütün soyum, milletim, güneydeki Şadpıt beyleri, kuzeydeki Tarkat, Buyruk beyleri, Otuz Tatar, ... Dokuz Oğuz beyleri, milleti! Bu sözümü iyice işit, adamakıllı dinle: Doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar, onun içindeki millet hep bana tâbidir. Bunca milleti hep düzene soktum. O şimdi kötü değildir. Türk kağanı Ötüken ormanında otursa ilde sıkıntı yoktur. Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize ulaşmama az kaldı. Güneyde Dokuz Ersin'e kadar ordu sevk ettim, Tibet'e ulaşmama az kaldı. Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapıya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere kadar yürüttüm. Ötüken ormanından iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği, ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa kabilesine, milletine, akrabasına kadar barındırmaz imiş. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti, öleceksin! Orda kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına varıp, çok insan öldün! O yere doğru gidersen Türk milleti, öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiç bir sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın. Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Acıksan tokluk düşünmezsin. Bir doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için beslemiş olan kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin. Orda, geri kalanınla, her yere zayıflayarak ölerek yürüyordun. Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum için kağan oturdum. Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Yoksa bu sözümde yalan var mı? Türk beyleri, milleti, bunu işitin! Türk milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Yanılıp öleceğini yine burda vurdum. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin. Şimdiki Türk milleti, beyleri, bu zamanda itaat eden beyler olarak mı yanılacaksınız? Babam kağan, amcam kağan oturduğunda dört taraftaki milleti nasıl düzene sokmuş ... Tanrı buyurduğu için kendim oturduğumda dört taraftaki milleti düzene soktum ve tertipledim ... kıldım. ... Türgiş kağanına kızımı ... fevkalâde büyük törenle alı verdim. Türgiş kağanının kızını fevkalâde büyük törenle oğluma alıverdim ... fevkalâde büyük törenle alı verdim ... yaptırdım ... başlıya baş eğdirdim, dizliye diz çöktürdüm. Üstte Tanrı, altta yer bahşettiği için gözle görülmeyen, kulakla işitilmeyen milletimi doğuda gün doğusuna, güneyde ... batıda ... Sarı altınını, beyaz gümüşünü, kenarlı ipeğini, ipekli kumaşını, binek atını, aygırını, kara samurunu, mavi sincabını Türk'üme, milletime kazanı verdim, tanzim edi verdim ... kedersiz kıldım. Üstte Tanrı kudretli ... Türk beylerini, milletini ... besleyin, zahmet çektirmeyin, incitmeyin! ... benim Türk beylerim, Türk milletim,... kazanıp ... bu ... bu kağanından, bu beylerinden ... suyundan ayrılmazsan, Türk milleti, kendin iyilik göreceksin, evine gireceksin, dertsiz olacaksın. ... Ondan sonra Çin kağanından resimciyi hep getirttim. Benim sözümü kırmadı, maiyetindeki resimciyi gönderdi. Ona bambaşka türbe yaptırdım. İçine dışına bambaşka resim vurdurdum. Taş yontturdum. Gönüldeki sözümü vurdurdum ... On Ok oğluna, yabancına kadar bunu görüp bilin! Ebedî taş yontturdum ... yontturdum, yazdırdım. ... O taş türbesini ...
Orhun abideleri
muharrem ergin
Milli eğitim basımevi, 1970.

Etiketler: ,