zm_ndd

Cumartesi


Çantaları severim, hatta beğendiğim yerde almak için kendimi ve çevremi ikna çalışmalarına girerim fena halde. Ancak taşımayı aynı oranda sevmem. Çanta taşımaktansa cüzdanımı, telefonumu fotoğraf makinesini not defterimi mendilimi, varsa kitabımı –komik şişkinlikleri, kabaca çıkıntıları göze alarak- ceplerime doldurmayı yeğlerim çoğu zaman. Yüzükleri kolyeleri bilezikleri de severim; ama aynı çantalar gibi onları da taşımak bir yüktür genellikle benim için.
Bugün kızılaya yürürken cebimden ucu çıkmış kitaba, hangi cepte olduğunu anımsayamadığım telefona, yer yer çıkarmam gereken cüzdana aklım takıldıkça bunları düşündüm. Sonra yine gökkuşağı. Bir açık çay. İki sigara-216-. Ay’fer. Biraz sohbet ve ev yolu tekrar.
Yolda bir süre “ye-ni sah-ne kapa-tı-la-maz!” sesleriyle akan bir kalabalığa eşlik ettim. Kapatılabilir belki ama kapatılmasın tabii. Sakarya’da yeni sahne’nin önünde ellerinde aylık programlarla oturmuş oyun seçmeye çalışan insanlar hep olsun. Kapatılmasın ki gözümüzün görebildiği kültür mekanları çevremizden iyice uzaklaşmasın.. kalabalıkla beraber yürürken, böylesi bir topluluğu özlediği hissettim. O, bir yere ait olma duygusunu… bu aitliğin insana verdiği coşkuyu ve gücü.. sonra ilk ‘eylem’imi hatırladım. Üniversitenin ilk yılında D.T.C.F.’nin bahçesinde… ellerimde bildiriler… sonra Kızılay yürüyüşleri, dillerde sloganlar.. aileden gizli yürüyüşlerde aileye yakalanmalar.. hatırladım ve gülümsedim. Yıllar oldu böyle bir kalabalığa karışmayalı.
Sonra ayakları izledim bir süre. Hep sivri uzun burunlu kadın ayakları.. her yerde onlar.. sivri burunlu ayakkabılar giyemem ben. Ayakkabılarımın burunları yuvarlak olmalı, o da kesmez beni yuvarlak ve aynı zamanda kalkık olmalı. Yoksa kendimi acayip komik hissederim, rahatsız olurum. Pantolonun ucundan paçayı kaldıran bir parçası çıkmazsa ayakkabının eksik kalırım sanki.
İşte böyle…

Etiketler: