zm_ndd

Pazartesi


geçtiğimiz bir iki hafta içinde peşpeşe izlediğim cinderella man, madagascar, herbie, the island, lord of war, robots ve babam ve oğlum'dan sonra dün gece iyi bir film izledim nihayet. soldaki resme bakıp da sakın fog'u kastettiğimi sanmayın; kastım alttaki fotoğraflardan anlaşılabilir: hwal-yay.

aslına bakılırsa cinderella man ve babam ve oğlum'a da haksızlık etmek istemem. kötü film lansasyonuna uğratmayı hiç istemem. malumunuz resim de bir sanat dalıdır, müzik de, fotoğraf da, yazın da.. ancak yapılan her resim, çekilmiş her fotoğraf, her yazı sanat eseri değildir. sinema da böyle. bir sanat eseri ortaya çıkarabilmek; öyküyü onlarca efektle, farklı bir çok mekanla, bir ton oyuncuyla destekleyip sıkı bir şekilde anlatmaktan öte bir şey. anlatmak değil nasıl anlattığınız, kullandığınız malzemeler değil malzemeyi nasıl kullandığınız, kamerayı kullanırken görüntülediğiniz fotoğrafları nasıl görüp gösterdiğiniz, renkler, müzik ve bunun gibi pek çok etken çok önemli ortaya çıkan filmin değerini belirlemede. bu noktada nuri bilge ceylan geliyor aklıma. fotoğraf sanatçısı nuri bilge ceylan. gerçekten çok iyi bir fotoğrafçı ama sinemacı değil. öyküyü kurmakta, sinemada anlatmakta pek başarılı olduğu söylenemez. çektiği fotoğrafları sinemada kullanması ve bunun insanların üzerinde oluşturduğu büyülü havayla göklere çıkarılmış bir film olduğunu düşünüyorum uzak'ın. ayrıca nuri bilge ceylan çok çok aşikar bir tarkovski taklidi. tarkovskiyi beğendiğini zaten söyletiyordu uzak'ta bir oyuncuya. beğenebilir, etkilenebilir, "esin"lenebilirsiniz ancak nuri bilge ceylan kötü bir taklit sadece. dün gece kasaba vardı, izlediğim iki filmin arasına 15 dakikalık bir kasaba sıkıştırdım ve uzun uzun, çok iyi fotoğraflar seyrettim. hatta tek bir fotoğrafı 5 dakika boyunca seyrettim. bu sinema değildi. nuri bilge ceylan, belki de insanların sinemada fotoğraf kalitesinde görüntü özlemlerinden faydalanmayı akletti, bu yöndeki bir doyurulmamışlığa "aş" oldu. ancak kısa film mantığıyla uzun filmler yapmaya başlayan ve bu mantıkla cannes'dan ödül aldığını düşündüğüm bir yönetmendir kendisi. ancak, tekrar ediyorum, çok iyi bir fotoğraf sanatçısıdır.
fog yani sis'e gelince, aslında bahsetmeye bile değmez, fazlasıyla klişe bir "gerilim" filmi. pek germese de o niyetle yapılmış işte. klasik korku filmi mantığı: geçmişte yaşanmış bir olay vardır; bu olaydan dolayı haksızlığı uğramış, acı çeken, sorunlu ruhlar vardır. bunlar günümüz insanlarına çeşitli şekillerde mesajlar vererek, kimilerinden öç almaya çalışarak adaleti sağlamaya, huzuru bulmaya çalışırlar. fog da böyle bir filmdi işte. bunun yanında bir de dandik finali vardı. yine de izlemek isteyen olur diye bahsetmeden geçelim.
son olarak hwal ya da yay var gündemde. kim ki-duk'un filmi. bu 12. filmiymiş. ben daha önce hiçbir filmini izlememiştim. o yüzden filmin başka kim ki-duk filmlerinin kopyası olduğu yönündeki söylentiler konusunda sözüm yok. gerçekten öyleyse günahı yönetmenin boynuna, ben filmi beğendim. çok iyi fotoğraflar yakalamış kim ki-duk . (n. b. ceylan gibi) ancak sadece çok iyi fotoğraflarla bu işi kotarmaya çalışmamış, tek mekanda 3 insanla, hatta 2 kişiyle görsel harikalar yaratmış, yoğun metaforlarla, sessiz gözsel diyalog ve monologlarla filmi sanat eseri haline getirmiş. filmin en temel metafor nesnelerinden biri yay. daha doğrusu yay temel nesne.

Strength and a beautiful sound like in the tautness of a bow...
I want live like this until the day I die.

Yayın sertliği ve gerince çıkan o güzel ses gibi
Böyle yaşanmalı hayat,verilen son nefes gibi...

filmin konusu yaşlı bir adamın 6 yaşında bir kız bulması ve onu büyütmesi. ancak adamın şöyle de bir düşüncesi var; kız 17 sine geldiğinde onunla evlenecek. filmi izlemeye kızın 16 yaşından başlıyoruz. ve film süresince yaşlı adamın kıza duyduğu sınırsız aşkın bizlerde adama karşı oluşturduğu acıma ve merhamet hisleriyle; adamın henüz 6 yaşında bulduğu bir çocukla evlenmeyi düşünebilmesinin yarattığı tiksinti duygusu arasında gidip geliyoruz. kızın 6 yaşından sonra gördüğü gittiği hiçbir yer yok. tek bildiği o hurda tekne. ve zaman zaman gelen ve tekneyi balık tutmak için kullanan balıkçılar. nitekim kız bu gelenlerden birine, bir delikanlıya kaptırır gibi oluyor gönlünü. ve sonrası kıza karşı hassasiyeti ve nazikliğiyle ön plana çıkan yaşlı adamın bu durumu farketmesi, bundan dolayı yaşayıp yaşattıkları, hissettikleri.. kıza daha hırçın davranması.
filmin hammaddeleri fotoğraflar, semboller ve müzik denebilir belki. yay, filmde hem müzik için bir alet hem savunma silahı, yaşlı adamın aşkını korumaya- kollamaya çalışmasının bir aracı ve bazen de ona geri dönen bir ok. kızın başkaldırısını destekleyen bir geri tepiş.
filmde beğenmediğim tek yan finaldeki yersiz gerçeküstü sahneydi sanırım. yersizdi çünkü filmin bütünü içerisinde pek yeri yoktu.

Etiketler: ,