zm_ndd

Pazartesi

Etiketler:

Pazar

halının üzerindeki küçük anahtarı gördü. "halının üzerindeki küçük anahtarı gördü" dedi kendi kendine. içinden. içinden söylemek, düşünmekle aynı şey mi? her düşündüğün şeyi -kendi kendine de olsa- söylemiş mi oluyorsun? yoksa harflere mi ihtiyaç duyuyorsun söyleyebilmek için? harfler olmadan da düşünebilir miydin? düşünmek ortaya çıkması için yeterli midir bir 'düşünce ifade cümleciği'nin? halının üzerindeki küçük anahtarı gördüğünde, bunu gördüğünü düşünmüş olacak mıdır? görmek düşünmek midir yani? görmek resim midir sadece, resmedersin zihninde, sonra o resim kayar, bir sonraki resim karesi gelir ekrana. düşünmeden. oysa harfler ses verir düşünceye. harf varlığıdır düşüncenin. "halının üzerindeki küçük anahtarı gördü". bir nesne. bir nesnenin görüntüsü ne çok şey demektir kimi zaman. nesnenin düşünceye dönüşmesi. düşüncenin geçmişe. geçmişin bugüne. bugünün hüzne. nesnelerle olan bağı insanın, geçmişle olan bağıdır çoğu zaman. halının üzerindeki küçük anahtar, yıllarca deri bir ipe bağlı, boynunda taşıdığı, hiç bir kilide ait olmayan o küçük anahtar. yıllardır görmediği, şimdi nasılsa halının üzerinde kamufle olmuş bir şekilde yatan anahtar. tam da bugünün hüzüntüsünü dökerken kanepenin karelerine, gözüne alakasızca çarpan anahtar. anahtara dokunmadı, hamle de yapmadı. baktı. cümleyi söyledi kendine: "halının üzerindeki küçük anahtarı gördü." kapattı gözünü, o anda süzülen damla burnunun üzerinden kayarak içine kaçıverdi. yaktı. çocuğun seslenişiyle uyandı, "bu anahtar nerenin anahtarı, anne?" sustu ve gözünü tekrar kapattı. soru yinelendi, "bu anahtar nerenin diyorum?" kendini zorladı dışarıdan da duyulabilecek bir cümle kurmak için: "hiç" diyebildi. sonra ekledi: "bilmiyorum" bilmiyordu.sonra yine uyudu. saatlerce uyudu. uyandığında anahtar halının üzerindeki yerinde yoktu. önce anahtarı anımsadı, uykudan öncesine dair. sonra ağlıyor olduğunu. sonra çocuğu. sonra ince ince yayılmaya başlayan acıyı. işte başlıyor yine dedi. denizin ortasındayım.

Etiketler:

Cumartesi

In the fields the bodies burning/As the war machine keeps turning

black sabbath, war pigs

Etiketler:

Cuma

who ate the shit?

ben bir şehrin zamansız varlığını yaşatmaya çalışırken içimde, zamansızca yok ediliyor başka bir şehir; artık ne kadar kolay her şeyi yok etmek. artık ne kadar güçlüsün israil. artık acının farkına varamıyor insan. artık ne kadar olağan tüm bu yaşananlar.

Etiketler:

Perşembe



orada oturup ağlamak istedim. hızla yürürken ulu şehrin kalıntıları arasından, koşar adımlarla geçerken yollarından, tüm vücudumda dalga dalga yayılırken heyecan oturup ağlamak istedim tapınağın göğe uzayan girişinin altında. zamanı hiçe sayıp bana kadar ulaşmış olympos'a duyduğum saygıdan oturup hüngür hüngür ağlamak istedim. oysa vaktim yoktu, biliyor musunuz? olympos zamanı aşmış tüm varlığıyla içine almıştı beni. zamansızdı. hepti. içindeydim. ama vaktim yoktu. nekropolise sapan patikaya girip orta yerinde ağlayacak vaktim yoktu. dağların yamaçlarında yıkık dökük duvarlar, kemerler, tüm zemine yayılmış antik parçalar, sütunlar, mozaikler, işlemeli taşlar, kanallar ile, her yanını kaplamış sarıp sarmalamış ağaçlar sular çalılar ile, ağaçların yaydığı gizemli kokusuyla, ucu görünmeyen patikaları, suların altında kalmış duvarları, taşlara oyulmuş yazıları ile, anıtsal mezarları, tanrısal kabartmaları ile, girince kaybolup gidecekmişsin hissi veren ağaç kaplı karanlık yolları ile öyle büyüleyiciydi ki olympos. ve her an bir likyalıyla karşılaşabileceğiniz hissini öyle doğal kılıyordu ki. sanki çekinmeden ayrılsam diğerlerinden ve girilmeye gerek duyulmayan sakin bir yoldan derinlere doğru aksam, bir iki bina geçsem, uzaklaşsam iyice kalabalıktan nefeslerini duyar gibi olduğum olymposlulardan biriyle karşılaşabilirdim. görmesem de geçişini hissederdim yanımdan, hafiften bir sürtünme olurdu, hızla dönüp bakardım, o beni görmezdi ben de onu. o beni duymazdı. ben onu hissederdim sanki. sanki hâlâ yaşıyordu denizin tepesine dikilmiş o "uludağ". san'ki.
2000 yılı fazlasıyla aşmış bu şehir kendini sunuyordu, gizlerini vadediyordu. taşlarına basarken bile içimin titrediği bu yitmeye yüz tutmuş kadim şehirde hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim. heyecandan. coşkudan. saygıdan. hüzünden. dedim ya vaktim yoktu; içimden ağlıyorum şimdi.



kaptan eudemos'un lahitinin üzerindeki dörtlük:
son limana girdi demirledi gemi, çıkmamak üzere
çünkü ne rüzgardan ne de günışığından medet var artık
ışık taşıyan şafağı terkettikten sonra kaptan eudemos
oraya gömüldü gün misali kısa ömürlü gemisi, kırılmış bir dalga gibi.

lahitin üzerinde ayrıca bir gemi kabartması ve onun kıç bordosunda da bir afrodit kabartması var. ortadaki çerçeveli (delik) bölümde ise kaptanın yaptığı seferlerden bahsediliyor. söz konusu dörtlükse çerçevenin solunda yer alıyor.

Etiketler:

Pazartesi

olimpos'tan dönüş

daha önce de söylemiştim (bkz. 17 mayıs 2006) dönüşleri sevmem. başladıysam da dönmeye keşke hiç bitmese.
dönüşleri sevmem. dönüşleri sevmem. dönüşleri sevmem. hep farklılık olmalı, hep gidiş, terkediş değil, terkediş bağlanmayı gerektirir. bağlanmazsan giderken terketmiş olmazsın. bağlamazsan ve bağlanmazsan. dönüş işte. aynı yer. aynı yat-kalk-ye-iç-gez-dolaş-düşün-taşın-sıkıl-sıkın-bunal-bunalt.
döndüm.

Etiketler:

Cuma

aylaklık

ankara'ya 1 haftalığına uğrayan yaz hâlâ dönmedi. sizi bilmem ama ben sadece 10 gün kadar "yaz" bunalımını yaşadım. sonrası yine bahardı, serindi. zira geceleri balkona çıktığımda "brrr"dı. birazdan yine öyle olacak. mesela şuan kollarımın serinliği hatta üşümüşlüğü neredeyse üzerime birşey aldıracak kıvama geldi. elbette havaların bu bahar şenliği beni de şenlendirdi fazlasıyla. ne kadar kâra geçtiğimi hesaplayıp duruyorum: yazın ortasına geldik hâlâ sıcak değil, e biraz daha böyle devam ederse yazı atlattık işte minvalinde. öyle ki çok yakında tatil modunda geçecek olan gezimizin havaların gidişatının yaratacağı muhalefetten etkilenip iktidarda zor günler geçirme tehlikesi bile bu temennilerimi ve memnuniyetimi etkilemiyor.
bu güzel ankara havasını en iyi teneffüs edebileceğim yer neresi; İtaki tabii. hâlâ itaki semalarında sigara tüketimimiz tavan yapmış bir hâlde taklalar atıyoruz. bu arada itaki'yi öyle bir sahiplenmişiz ki tanışmamızın üzerinden iki hafta geçmeden epey müşteri toplamışız. artık gittiğimde tanıdık masalar olmazsa şaşırır duruma geldim. ya da masa genişlemesi yaşanmazsa... aylaklık güzel şey nitekim. öööylece saatlerini itaki'de oturup hiçbişey yapmayarak geçirebilmek mesela. ya da başka bir yer, farketmez.. demem o ki; hani yusuf atılgan'ın aylak adam'ındaki aylak adam da benim, perec'in uyuyan adam'ındaki aylak adam da ve daha biçok yerdeki biçok aylak adamım ben. ben böyle devam edebilirim. bana kalsa.
aranot: "bugünlerde itaki,2"
bugünlere dair birşey daha; aylaklığımı bütünleyen bir parça bence ama siz onu aylaklıktan sayar mısınız bilmem. spor. düzenli olarak koşmaya başladım. aslında aylaklık ve düzen ilk bakışta çelişken görünse de ikinci defa bakmayı denerseniz aslında nasıl baktığınıza bağlı olarak bu durumun kesin çizgilerle bölümlenmediğini farkedersiniz.
sürekli müzik yayını da var parkurda fakat günlerdir yüzümü güldürecek bir şarkıya rastlamamıştım. ta ki bugün henüz alana girmişken bitiyor olan duman'ı duyana dek. oysa o da bitiyodu işte. bundan böyle kendi müziğimi götürmem gerektiğine kanaat getirmiş bulunmaktayım. bir de gece serin oluyor ki, rüzgârlı falan.. çok hoş oluyor koşmak.

Etiketler:

Çarşamba

itaki'de bugünlerde




Etiketler:

Pazar

şehrin ışıkları

Etiketler:

Etiketler:

Etiketler:

Cumartesi

tragedyalar 5'ten 5 dize

ki herkes biraz alırdı
koparıp geçerdi Stepan'dan
öyle bir acı çekme kıvamında soluyan
gün iskeletinin ucunda
stepan.

edip c.

Etiketler:

insanın kendini görebilmesi hiç de normal değil. aynalar, ayna vazifesi gören sular, metaller... insanın bakınca kendini görebilmesi... kendini başka bir şey'i incelermiş gibi inceleyebilmesi.. alışılmış ve aşılmış fakat hiç de basit değil.

esnemek, ayıplığı bir yana insanın ruh'u kaçıvermesin diye engellenmeye çalışılagelmiş yüzyıllar öncesinden. engellenemeyen esnemeler için çare ise, el ile ağzın kapatılması. "gündelik hayatımızın tarihi"ne göre, eski Roma'ya kadar uzanıyor bu düşünce.

çok çok mecbur kalmadıkça kimyasal ilaç kullanmamaya çalışıyorum. saatlerce dayandıktan sonra başımın zonklamasına, bir ağrı kesici aldım; kesildi kesilecek, son damlaları geziniyor şakaklarımda. belki de kesilmiştir kesileceği kadar da bu yeniden başlamaya yüz tutmuş bir ağrının ilk damlalarıdır. riske atmamalı, balkona çıkıp aşağılara doğru kafa uzatılmalı olası bir hırsız saldırısına karşı, çevre kolaçan edilmeli, yan apartmanların bahçelerine dikkat kesilmeli ve bir an önce ağrı gelmeden uyumalı.

cumartesi notu: nazan öncel'i ben de çok severim.

Etiketler: ,