zm_ndd

Pazar

yapmakistemediğim
şeylerinhepsiniyaptım
duymakistemediğimşey
lerinhepsiniduydumsusma
kistemediğimkadarsusuyoru
mşimdidurgunamabeniacıması
zcaiçinealmışdenizinenkıyısızyer
lerindenbirindeenyüzmesizhalimle
yatıyorumyüzmeyeçalışmakacıveriy
oryüzebilsemkurtulacağımyüzmeyidü
şünmekdayanılmazacıveriyoryüzmeger
ekliliğivücudumugüçsüzleştiriyorvücudum
usaransuyunminikminiksalındırımlarıylaanlı
kyattığımsüreboyuncasürekliamaaslındaanlıkh
uzurparçalarıylayaşamamiçingereklimalzemeyisa
ğlıyorumsonrasınıdüşünmüyorumdüşündüğümzama
nlardabeynimkıvranıyorsonrasınıngetireceklerinebeng
itmiyorum-------deniz-----götürüyor-------yavaş-------yavaş

Etiketler: ,

Cuma

sorumluluk duygusuyla kaplı evleri yalarken
sessizlik,
altalta sıralanmış isimler olur hayat.

bir el sıkımı kadar kolaydır dokunmak.

herşeyi kolaylayan eller,
gider sonra
yapışkan dokunmalarını bırakarak.

acıdan bulaşan ne varsa parmaklara
itinayla yıkanır sonra.

bir acının daha üstü çizilir.

artık kapıyı kapatan o eldir gizlilik.

Etiketler:

@dali

Jean Claude Carriére’nin dilinden an’da eriyen zaman üzerine bir anlatı..
Peter Brook bana şunu anlattı: Yaşlı bir saatçi ona, XVII. yüzyılın sonunda saatçilerin, tik-takların ritmini ayarlamak ve bunları yüzyıldan yüzyıla gitgide hızlandırmak için düzenli olarak toplanmaya karar verdiklerini söylemiş. Toplumun temposuyla uyumlu kılmak için diye düşünüyorum. Toplantıya gelerek, ‘gerçekten de tarih gitgide daha hızlı akıyor. Saatlerimizin hareketini biraz daha hızlandırmamız gerek’ diyen yaşlı saatçileri bir gözünüzün önüne getirin. Gözlerden uzakta, dünyadaki tik-takların ritmi konusunda karar veren gizli bir dernek…
Peter Brook’la yaptığım bu konuşmadan sonra Hintli bir dostumla karşılaştım. Çok karmaşık bir kişiliği olan Moshe Agashi hem çocuk psikiyatrı hem ünlü bir sinema oyuncusu hem de çalışmalar yapmak üzere gittiğim Poona Sinema Okulu’nun müdürüdür. Ona saatçiler öykümü anlatınca büyülendi, bana şöyle dedi: ‘Nümerik, dijital saatlerimizin kadranda yalnızca bir rakam gösterdiğine dikkat ettin mi?’ gerçekten de bu ayrıntıyı yakaladığımı söyledim. ‘Başka bir şey dikkatini çekti mi?’ diye sordu. Bir yanıt veremedim, açıklamasını bekliyordum. ‘Nümerik saatlerin üzerinde’ dedi, ‘küçük bir dikdörtgen saati göstermekte, ama kadranın kendisi sessiz. Bir rakam görüyorsun hepsi bu. Saatin kaç olduğunu söyleyen saatlerimiz var ama bunlar saatin kaç olmadığını söyleyemiyorlar.’ Bu bana dahice geldi. Sözlerini sürdürdü: ‘Kadranlı bir kol saati üzerinde, okuduğun saat zamanın çemberi içinde yer alır. Gün içinde ne yaptığını, sabah nerede olduğunu, arkadaşınla karşılaştığında saatin kaç olduğunu hemen anımsarsın, havanın kararmaya başladığı saati anımsarsın ve dolu dolu geçen bir günün sonunda için rahat, ama aynı zamanda, zamanın, ertesi gün saatinin çevresinde yeniden akmayı sürdüreceğinden emin olarak uyumadan önce, önünde ne kadar zaman olduğunu görürsün. Ama saatin dijital ekranlıysa, bir anlar dizisi içinde yaşamak zorundasındır ve zamanın gerçek ölçüsünü yitirirsin.’”

Etiketler:

Perşembe

ona bir kolye vermiştim kendi sözlerinden
sürekli bir gülümseyişle yüzümdeki
görülmemiş bir ustalıkla acıyı tersyüz eden

elbette bir ustalıktır bizim sevgimiz
mutlu bir yolcu gibi yol kenarlarındakilere el eden

bu kentin her yanını unuttuk
kimbilir nerde bir postacı daha ölürken

e. cansever

Etiketler:

“yine ilk kez kuzey amerika’da denenmiş olan bilgisayarı orta çağdaki mekanik saatin devamı olarak gösteren sınıflandırma da şüphe uyandırıcıdır. Elbette her ikisi de insanın dünyayı algılamasını değiştirdi ve böylece yeni gerçeklikler yarattı. Ancak bilgisayarlar saatlerden temelden farklıdır. Her şeyi bir anda işleme kapasitesine sahip bilgisayarlar, zaman bilinci yaratmaktan ziyade zaman bilincinin kaybına neden olurlar. Zamanı ifade ettikleri semboller, mekanik saatlerde ‘24 saat boyunca’ ilerleyen analog ibreler değil, talep üzerine, kesik kesik satırlarda parıldayan ‘dijital’ sinyallerdir. Ekranları yuvarlak dünyaya, rakamları da parmağa benzemediği gibi, tekil zaman noktaları da an’a tekabül etmez; zamanın akışı insanların yaşam öyküsüyle paralel değildir artık.
lawrence_lawry

Saniye 1974’ten bu yana atom titreşimlerine göre ölçülüyor ve her saniye, ancak bilgisayarlar ile sayılabilen bir milyar nanosaniyeye bölünüyor. İnsanların toplumsal ilişkilerine göre tasarladıkları zaman sembolleri mi bunlar hâlâ? Biz artık atom çağında yaşıyoruz, takvim çağında değil.”


arno borst,
computus,
dost, 1997.
photolawrencelawry

Etiketler:

Çarşamba

"bir eksikle yaşanmaz mı yaşanır
ama şimdi bir fazlası dışımda artık"
e. cansever

Etiketler:

Salı

herşeyi gözetip kollayan zaman, sana rağmen çözümü açıkladı.
cevabı bilen zaman akmaya devam etti.

yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, her şey yeniden başlıyor, herşey başlıyor, herşey devam ediyor.


goerges perec,
uyuyan adam,
metis.

Etiketler:

“Acılar acılara eklenince ağırlaşıyor/gövdem de ağırlaşıyor”

Hayat ustadır ölümü dönüştürmekte.
“Ve her şey dönüştü işte
Kahverengi bir çarşambadan
Sapsarı bir cumartesiye”
Şimdi tüm kelimelerin anlamı ölüm; ölümün anlamı acıdır. Edip’in de iyi gelmediği durumlarda başvurulabilecek tek yer hayattır. Oysa hayata başvurulmaz; başını vura vura yaşıyorsundur onu. her insanın taşıdığı gibi “ölümünü içinde” hayat hepimizin ölümüne gebedir. Her şey ölümle kaplıdır şimdi. Kelimelerin anlamını yitirdiği yerdir burası. fayda etmese de hayattır edip ve yine mecbur olunandır:
“benim sözlerim eksildi
Onunki de eksildi
Zaten kelimeler sonludur
Öyle değil mi
Donuk donuk bakışıyoruz
Ben ölüme iyice yakın
O yaşamaktan uzak
Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
Karanfiller ölürken
Karanfillerden bir deniz”
Siz hiç körken sabunlandınız mı?
eternity and a day


photobyzamansız

Etiketler:

Cumartesi

gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi*

Çalmak insanoğlunun yaratılışıyla beraber varolmuş bir eylem. Biraz zorlarsak havva’nın ilk hırsız olduğunu bile söyleyebiliriz. Almaması apaçık istenen bir şeyi, kendisine ait olmayan bir meyveyi (ç)almış ve yemiştir. Bu mite farklı bir bakış bize farklı tespitler de yaptırabilir tabii, ama şu an ‘çalma’ eyleminin penceresinden bakıyoruz.
Bir mezopotamya efsanesine göre de tanrılar insanların kaderlerini tabletlere yazar gökyüzüne asarlarmış. Bir gün Kuş Adam Anzu gökyüzünde asılı duran kader tabletleri'ni çalmış. Bunun üzerine dünyada kargaşa başlamış.
pandareos ise giritte zeus tapınağından altın köpek heykelini çaldığı için zeus tarafından kayaya çevrilmiş.
hermes apollon’un öküzlerini çalmış.
poseidonun kızı lamia ise çocukları çalıp yermiş.
Prometeus ateşi çalmış tanrılardan.
tarihten başka bir hırsız da dante’nin cehenneminde, hırsızların bulunduğu 7. hendekte cezalandırılan vanni fucci.. fucci, 1293’te bir kilisenin kutsal eşya dolabını soymuş ve yerine başkasını suçlayarak kaçmış.
Edebiyata sinemaya ve insanın olduğu her öyküye konu işte çalmak.
Amacım sakinleşmek aslında. Olaya farklı yerlerden bakabilmek ve bu sayede rahatlamak.
Eh sonunda biz de görmüş olduk; insanın evine hırsız girmesi nasıl bir his yaratıyormuş.
İnsanın yıllardır dokunmadığı dipte kalmış bir havluyu eve geldiğinde yerlere saçılmış havluların arasında görmesi; evden çıkarken kapının koluna asılı bıraktığı bir tişörtü ötelerde bir yerde bulması; sağda solda duran fotoğraflarını gördükçe, yabancı gözlerin onlara ilgilenmeyerek de olsa baktığını bilmesi; çekmecelerdeki yıllanmış hatıralara korkunç ellerin dokunmuş olması; değer verdiği için evinde bulunan onca değersiz eşyanın hoyratça eşelenmesi…
yüzlere olan ilgimden bahsetmiştim sanki; belki eski “zaman metinleri”nde. Sokakta, pazarda, çarşıda, insanların yüzlerini incelerken bulduğumdan kendimi.. yüzlerini merak ediyorum dedim. nasıl tiplerdi acaba dedim. evimde nasıl dolandılar? ne giyiyorlardı, ne hissediyorlardı evin sahibi kenarda duran bir fotoğraftan onlara bakarken? evim hakkında ne düşündüler acaba; fakir? muhtemelen evet. düşünüyorlar mıydı ‘insanlık’ gerektiren mevzuları? muhtemelen hayır. küfrettiklerine o kadar eminim ki. Onca zahmete değmemiş olması çıldırtmıştır adamları.
çelik kapı tamamen iptal olmuş, artık kapı değil. kapatmıyor evimi. kapı bir evin her şeyidir ya benim evimin hiçbişeyi yok şuan. içinde hiçbişey de yok zaten. elleri boş gönderdim ilk hırsızlarımı. Dokunulduğuyla kaldı ev, dağıtıldığıyla kaldı yatak odam. biliyor musunuz artık dedektörlerle geziyorlarmış, dedektör sadece yatak odasında ötmüş anlaşılan ki yatak odası dışında hiçbiyere dokunulmamış. iyi ki dedektörleri varmış. Daha fazlasına dayanamazdım herhalde..
eve giderken gözümün önüne dağılmış ve parçalanmış kitap sahneleri geliyordu, yırtılmış eski defterler… kopuk sayfalar işte.. Allahtan dedektörleri varmış.
Hâlâ iyi hissetmiyorum kendimi!!

*e. cansever, ben ruhi bey nasılım, dize 2

Etiketler: ,

Cuma

"gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda"*

hadi ordan psişen hallerle pisleşen bünye... iki arada bir uçurumda yitip gitmek mi niyetin? dante'nin ilahi ve ilahî komedyasında cehennemden bir kareyi sahnelercesine titreşip duran ve ayrıca yitişip duran onca meçhul ve mecmu ruh, fobilerini azdırmaz mı senin? agorafobini, oklofobini, ksenofobini, antropofobini, aslında rantofobini... hı, azdırmaz mı?

edip cansever'den bir şiir, iyi gelir. gelmiyor lakin. almıyorsun eline kitabı.
yeniden okumalara açıksın sadece. yeni okumalar lazım belki, değiştiren kelimeleri..
oysa yeniden bile okuyamıyorsun. kuru kelimelere tutunmaya çalışıyorsun. manyak bir halde saatlerce kelimatörde kelime topluyor-kuruyor-yazıyorsun. dakikalarca ekana bakıyor ve hiçbirşey yapmadan kalkıyorsun. gözalıcı renlerde kekler yapıp onları bön bön seyrediyorsun.
sonra yine kelimatör oynamak üzere koltuğuna çivileniyorsun.
"iç"ini bir mulukwausi**'ye kaptırmış; beyninden, gözünden, gönlünden olmuş bir trobriand yerlisi misali kendini kaybediyorsun.
bir edip cansever şiiri iyi gelir; seni kendine getirir. kendini sana getirir. ama yok işte, okumuyorsun.

belki yarın?

*e. cansever, ben ruhi bey nasılım, ilk dize.
**mulukwausi: trobriand yerlilerinin kötülüğün kaynağı olarak gördükleri ruhların en kötüsü. insanın içini (organlarını) çalan bir cin ya da ruh. zamanında müdahale edilmesi zor ancak imkansız değil. geç kalındığında insan ölüyor.

Etiketler:

Çarşamba

sessizlik değil sözsüzlük bu.
uçurum.
uçmak mı?
sadece kısa bir süre - korku değil de keyif alabilirseniz..- uçurumdur adı ama sadece birkaç saniye uçarsınız. sonrası düşmektir. sonrası ölümdür. yokluktur.
sessizlik değil bu
:uçurum!
bir kaç kelime yakalayabilirsem söz olur belki.
düşerken.
paraşüt.

Etiketler:

zamanla didişme üzerine..

sorun zaman'la değildir genellikle. sorun saat'lerledir. zamanın geçişinin ağırlığı veya yavaşlığı değildir zamanı ağırlaştıran. saatlerdir işte zamanı bize bir yük gibi sunan.

Etiketler:

her hikayenin bir deliği vardır, evet. daha doğrusu her hikaye bir delikle doğar. ya da bir delikten çıkar. sonra o deliğe dönüşür. büyür delikle birlikte hikaye de. ufacık bir deliktir, kumaştaki ufacık bir sökük gibi.. hikaye içinde kımıldadıkça delik biraz daha büyür, hikaye de büyür. delik genişler hikaye sonsuzlar.. delik hikayenin izin verdiği yere kadar gidebilir ancak hikayenin gittiği yer zamandan uzak, son'dan beridir zaten.

photobyzamansız

Etiketler:

Perşembe



cumartesi yazıları'nın yeni bilgisayarını(=yazılarını) dört gözle bekliyorum. her ne kadar sevdiğimiz defterlerin boş kalması benim de içimi acıtsa da, cumartesi'nin sevdiği defterlerini bizimle paylaşma şansı maalesef yok. bu durumda bilgisayara müteşekkir olmaktan başka çıkar yol yok gibi...

Etiketler:

Pazartesi

saatlerceymişcesine yaşanılan bir düşü, bir kaç saniyede görüyorsa aslında insan; zaman, üzerinde her türlü felsefe yapılmasına müsait ve kendisine dair kurgulara kuçak açıp onları salt kurgu olmaktan çıkarabilecek; paraleli-karadeliği-eşi-görecesi-gidişi-ve-gelişi-sonsuzu-ve-şimdisi-şimdide-hiç-bitmezi olan, olabilecek bir yayılmışlıktır.
bkz.borges - gizli mucize mesela... hiç de olanaksız değildir hladik'in yaşadığı.

Etiketler: ,