zm_ndd

Salı


bu akşam 19.30'da düzenlenen açılış töreni ve film gösterimiyle "rus sinema haftası" başladı. törende gösterilen film 1978 yapımı "aşkım benim kederim benim"di. büyülü fener'de ise "bir mahallede iki delikanlı" adlı film gosterildi. ikisi de birer nazım hikmet uyarlamasıydı.
bu rus sinema haftasının olayı şu; türkiye Rusya ile karşılıklı değişim programları imzalamış. bu çerçevede karşılıklı olarak sinema haftaları düzenleniyor.
rusya'da ilki 1978'de olmak üzere üç kez düzenlenmiş "türk filmleri haftası" şeklinde bir program. türkiye'de ise, 1979'dan beri çeşitli aralıklara 5 kez rus film haftası organize edilmiş.
bu seneki programın açılışına, bu hafta kapsamında gösterilecek olan filmlerden "rus isyanı"nın yönetmeni alexandr proşkin de katıldı.
bu akşamki filmde (bir mahallede iki delikanlı) izleyicinin ortak görüşü filmden tüymek şeklinde tezahür etti bir bakıma. salonun yarısı neredeyse çıktı filmin ilk yarım saatinden itibaren. bunda sanırım filmin eski bir film (1957) olmasının yanısıra berbat altyazı çevirisinin de etkisi vardı. bir rus'un öğrenebildiği kadar türkçeyle dilimize "kazandırdığı" belli olan bir altyazıydı kendimizi zorlayarak anlamaya çabaladığımız. tam 1 saat 45 dakika sürdü sanırım ve ara yoktu. haliyle baydı biraz. ancaak yılmadım, diğer filmlerden umudum var hala.
toplam 6 film gösterilecek ve bunlardan 1'i hariç hepsi hem büyülü fener'de hem de milli kütüphane'de görülebilecek. sadece milli kütüphane'de izleme şansına sahip olduğunuz fakat o şansı da -izlemediyseniz- yine bugün kaçırdığınız filmin adı, spartak ve kalaşnikov. 2002 yapımı.
filmler arasında umut vaadedenlerin başında Upast vverh-yukarıya düşmek geliyor. ardından puşkin'in yüzbaşının kızı'ndan uyarlama 'rus isyanı' ve bir de 'shik' yani şık.

not: koltuklar büyülü fener sineması'nın güzel ve rahat koltukları..

Etiketler: ,

Pazartesi


geçtiğimiz bir iki hafta içinde peşpeşe izlediğim cinderella man, madagascar, herbie, the island, lord of war, robots ve babam ve oğlum'dan sonra dün gece iyi bir film izledim nihayet. soldaki resme bakıp da sakın fog'u kastettiğimi sanmayın; kastım alttaki fotoğraflardan anlaşılabilir: hwal-yay.

aslına bakılırsa cinderella man ve babam ve oğlum'a da haksızlık etmek istemem. kötü film lansasyonuna uğratmayı hiç istemem. malumunuz resim de bir sanat dalıdır, müzik de, fotoğraf da, yazın da.. ancak yapılan her resim, çekilmiş her fotoğraf, her yazı sanat eseri değildir. sinema da böyle. bir sanat eseri ortaya çıkarabilmek; öyküyü onlarca efektle, farklı bir çok mekanla, bir ton oyuncuyla destekleyip sıkı bir şekilde anlatmaktan öte bir şey. anlatmak değil nasıl anlattığınız, kullandığınız malzemeler değil malzemeyi nasıl kullandığınız, kamerayı kullanırken görüntülediğiniz fotoğrafları nasıl görüp gösterdiğiniz, renkler, müzik ve bunun gibi pek çok etken çok önemli ortaya çıkan filmin değerini belirlemede. bu noktada nuri bilge ceylan geliyor aklıma. fotoğraf sanatçısı nuri bilge ceylan. gerçekten çok iyi bir fotoğrafçı ama sinemacı değil. öyküyü kurmakta, sinemada anlatmakta pek başarılı olduğu söylenemez. çektiği fotoğrafları sinemada kullanması ve bunun insanların üzerinde oluşturduğu büyülü havayla göklere çıkarılmış bir film olduğunu düşünüyorum uzak'ın. ayrıca nuri bilge ceylan çok çok aşikar bir tarkovski taklidi. tarkovskiyi beğendiğini zaten söyletiyordu uzak'ta bir oyuncuya. beğenebilir, etkilenebilir, "esin"lenebilirsiniz ancak nuri bilge ceylan kötü bir taklit sadece. dün gece kasaba vardı, izlediğim iki filmin arasına 15 dakikalık bir kasaba sıkıştırdım ve uzun uzun, çok iyi fotoğraflar seyrettim. hatta tek bir fotoğrafı 5 dakika boyunca seyrettim. bu sinema değildi. nuri bilge ceylan, belki de insanların sinemada fotoğraf kalitesinde görüntü özlemlerinden faydalanmayı akletti, bu yöndeki bir doyurulmamışlığa "aş" oldu. ancak kısa film mantığıyla uzun filmler yapmaya başlayan ve bu mantıkla cannes'dan ödül aldığını düşündüğüm bir yönetmendir kendisi. ancak, tekrar ediyorum, çok iyi bir fotoğraf sanatçısıdır.
fog yani sis'e gelince, aslında bahsetmeye bile değmez, fazlasıyla klişe bir "gerilim" filmi. pek germese de o niyetle yapılmış işte. klasik korku filmi mantığı: geçmişte yaşanmış bir olay vardır; bu olaydan dolayı haksızlığı uğramış, acı çeken, sorunlu ruhlar vardır. bunlar günümüz insanlarına çeşitli şekillerde mesajlar vererek, kimilerinden öç almaya çalışarak adaleti sağlamaya, huzuru bulmaya çalışırlar. fog da böyle bir filmdi işte. bunun yanında bir de dandik finali vardı. yine de izlemek isteyen olur diye bahsetmeden geçelim.
son olarak hwal ya da yay var gündemde. kim ki-duk'un filmi. bu 12. filmiymiş. ben daha önce hiçbir filmini izlememiştim. o yüzden filmin başka kim ki-duk filmlerinin kopyası olduğu yönündeki söylentiler konusunda sözüm yok. gerçekten öyleyse günahı yönetmenin boynuna, ben filmi beğendim. çok iyi fotoğraflar yakalamış kim ki-duk . (n. b. ceylan gibi) ancak sadece çok iyi fotoğraflarla bu işi kotarmaya çalışmamış, tek mekanda 3 insanla, hatta 2 kişiyle görsel harikalar yaratmış, yoğun metaforlarla, sessiz gözsel diyalog ve monologlarla filmi sanat eseri haline getirmiş. filmin en temel metafor nesnelerinden biri yay. daha doğrusu yay temel nesne.

Strength and a beautiful sound like in the tautness of a bow...
I want live like this until the day I die.

Yayın sertliği ve gerince çıkan o güzel ses gibi
Böyle yaşanmalı hayat,verilen son nefes gibi...

filmin konusu yaşlı bir adamın 6 yaşında bir kız bulması ve onu büyütmesi. ancak adamın şöyle de bir düşüncesi var; kız 17 sine geldiğinde onunla evlenecek. filmi izlemeye kızın 16 yaşından başlıyoruz. ve film süresince yaşlı adamın kıza duyduğu sınırsız aşkın bizlerde adama karşı oluşturduğu acıma ve merhamet hisleriyle; adamın henüz 6 yaşında bulduğu bir çocukla evlenmeyi düşünebilmesinin yarattığı tiksinti duygusu arasında gidip geliyoruz. kızın 6 yaşından sonra gördüğü gittiği hiçbir yer yok. tek bildiği o hurda tekne. ve zaman zaman gelen ve tekneyi balık tutmak için kullanan balıkçılar. nitekim kız bu gelenlerden birine, bir delikanlıya kaptırır gibi oluyor gönlünü. ve sonrası kıza karşı hassasiyeti ve nazikliğiyle ön plana çıkan yaşlı adamın bu durumu farketmesi, bundan dolayı yaşayıp yaşattıkları, hissettikleri.. kıza daha hırçın davranması.
filmin hammaddeleri fotoğraflar, semboller ve müzik denebilir belki. yay, filmde hem müzik için bir alet hem savunma silahı, yaşlı adamın aşkını korumaya- kollamaya çalışmasının bir aracı ve bazen de ona geri dönen bir ok. kızın başkaldırısını destekleyen bir geri tepiş.
filmde beğenmediğim tek yan finaldeki yersiz gerçeküstü sahneydi sanırım. yersizdi çünkü filmin bütünü içerisinde pek yeri yoktu.

Etiketler: ,

Pazar

tamam, benim de hoşuma gitmedi ama birkaç gün daha katlanacağım bu header ya da banner -herneyse-a
ite-kaka, derme çatma bişeyler yapıyorum işte; ilk el atışım bu bölgelere. idare ediverin.

Etiketler:

Cumartesi

ankara'da 30 ocak-3 şubat tarihleri arasında rus sinema haftası...
gösterimler ücretsiz. mekanlar, büyülü fener sineması ve milli kütüphane. büyülü fener'de her akşam 21:15'te bir film gösterimi var.
ben hiçbirini kaçırmamayı düşünüyorum. milli kütüphane'deki gösterimler hakkında ise henüz bilgim yok.

Etiketler: ,

Perşembe


1995 ya da 1996'ydı filmi izlediğimde. kavaklıdere sineması'nda izlediğimi hatırlıyorum ilk. ve yine pek güvenmediğim hafızamın bana şuan bildirdiği kadarıyla, hiç bir filmden etkilenmediğim kadar etkilenmiştim. ve sonrasında da before the rain'in etkilediği kadar etkileyen en azından ona bariz fark atan bir film izlemedim. daha iyi filmler izlemedim mi, muhakkak ki izledim. çok daha nitelikli filmler gördüm üzerinden on yıl geçmiş, dile kolay.. ancak, onun bıraktığı tat bambaşkaydı. etkisinden kurtulamadım uzun süre. müziği, görüntüleri ve kurgusuyla çarpmıştı beni. ilk gösterimde olduğu süre boyunca 1 kez daha gittim. sonra gösterimden kalktı ve bir daha rastlamadım. soundtrackini epey aradım. internet dünyası da bu kadar gelişmiş değildi o dönemlerde. ya da ben kullanma konusunda acemiydim. her ikisi ya da. bulamadım. izini sürdüm uzun süre. sonra bir arkadaş haber verdi; karanfil sokak'ta bir müzikevinin önünde görmüş "kaset"ini. koştum aldım. kapağı bozuk mu bozuk bir fotokopi(renklisinden); heyecanla dinledim, ses cazır cazır.. berbat bir çekim. kaset korsanın alâsı ama yapacak bir şey yok. sonra bir yerden cdsini de buldum ama nerden hatırlamıyorum. anastasia diye bir grup yapmıştı müzikleri. onlar konsere de geldiler ve ben gittim. heyecandan ölerek gittim. o dönem için, black sabbath gelse heyecanlandıramazdı beni o kadar. hayal meyal hatırlıyorum, ulus'ta yüzüncü yıl kültür merkezi'ndeydi sanırım. mini bir konser, kalabalık yok. kötü bir organizasyon, bozuk ses düzeni. özensizlik. onlardan değil, bizden kaynaklanan bir özensizlik. kısmi hayal kırıklığı.
yine de güzeldi.
sonra film tekrar.. ankara siyasal'ın bahçesinde akşamları sinema gösterimleri oluyordu bir yaz. before the rain'i de gösterdiler, allah razı olsun. ooh sigaralarımızı yaktık, açık havada mis gibi izledik tekrar. hâlâ tutkuluydum, hâlâ doymamıştım. gözüm kulağım before the rain'e dair ne varsa yakalıyordu. birinde geç yakaladı. cine 5 yayınlamış, ertesi gün haberim oldu. çok hayıflandım. sonra bir de migros'a geldi sanırım. akköprü'de gittik izledik. ve en son izleyişim, geçtiğimiz yıl içerisindeydi, televizyonda izledim, hangi kanal hatırlamıyorum. müziği hep benimleydi ama. gittiğim her yere taşıdım uzun süre. yaptığım bir radyo programında tereddütsüz seçimim yine o oldu. anastasia imzalı before the rain soundtracki. o kadar benim'sediğim bir sesle özdeşleşmiş olmak inanılmaz mutlu ediyordu beni. çok sonraları kimi haber programlarında kullanıldı yer yer, kıskandım.
filme dair söyleyeceklerim uçtu gitti bu arada, ben filmin bende bıraktığı anılara dalmışken. bunları söylemeyi planlamamıştım aslında. neyi planladığımı da artık hatırlamıyorum. biraz "hastalıklı" bir sevgiydi filme -herşeyiyle- duyduğum. sanırım şimdi hastalık kısmı geçti, sadece sevgi kaldı.
bunca laftan sonra kısa kesecek olursak, zaman üzerine en kafa yorulası filmlerden biri. zamanı evirir çevirir, döndürür ama birleştirmez zaman hikâyeyi hiçbir noktada. açık bir nokta kalır hep hikâyeye neresinden baksanız. çünkü galiba: "time never dies, the circle is not round" -zaman tükenmez, çember yuvarlak değildir.-

Milcho Manchevski
Before the Rain, 1994

Etiketler: , ,

Çarşamba

Soğuk uyku

Zamanın küpesi senin çaresizliğin
Kulaklardan salınan ,
Kime ne varlığından ya da yokluğundan

Beyaz ve keskindir sessizlik
Çizilmemiş seslerin temizliğiyle apak
Seslenmemiş seslerin sessizliğiyle keskin
Sessizliğindir çaresizlik
Kesik ve kesik

Etiketler:

Duvar Saatleri / Julio Cortazar

Bir Famanın duvar saati vardı ve her sabah onu özenle kurardı. Bunu gören Cronopio gülmeye başladı, evine dönüp enginar-saati ya da cynara icat etti. - her iki türlü de söylenebilir.

Cronopionun enginar-saati, duvarda bir deliğe sapından tutturulmuş çok iri cins bir enginardır. Enginarın sayısız yaprağı hem şimdiki saati, hem de aynı zamanda bütün saatleri gösterir, öyle ki saatin kaç olduğunu öğrenmesi için Cronopionun yapraklardan birini koparması yeterli olur. Soldan sağa doğru kopardığından, yaprak hep doğru zamanı gösterir ve her gün yeni bir yaprak dizisini koparır. Tam ortasına geldiğinde zamanı ölçmek artık olanaksızdır ve merkezdeki sonsuz mor gülde uçsuz bir mutluluğu keşfeder Cronopio. Daha sonra onu sirkeli sosla yer ve deliğe başka bir saat yerleştirir.

Etiketler:

Salı


gerhard köpf-borges yok

Etiketler: ,


borges yok-gerhard k�pf

Etiketler: ,


ankara'da bu gece...

Etiketler:


tüm bağımlılıklarınızdan kurtulun!
bağ(ım)lı olmak bir noktada acı vermeye başlıyor. o bağın kopması gerektiğinde ve koparabilmeye kadir olmadığınızda, kopmasını zaten istemiyor olmanızın da güçlendirici etkisiyle, çaresiz bir acı yaşıyorsunuz. sigara değil kastım, en azından sadece o değil...

Etiketler:

Pazartesi



kara uzanmak isterdim hep, kollarimi acip soyle iki yana; gokyuzune bakarak.. karda kaybolmayi isterdim. karlarin ustune cok uzanmisimdir belki ama karda yok olmak nasip olmadi :)

Etiketler: ,

bugünlerde...
deep forest-freedom cry
in extremo-totentanz
portishead-no body loves me
tanita tikaram-good tradition
system of a down-toxicity
system of a down-aerials
james galway-flute concerto in D
ben harper-belowed one
ben harper-burn one down
ben harper-faded
ben harper-forever
ben harper-strawberry fields forever
noir desire-Le vont nous portera
celtic-irish lullaby
jack johnson-if i could
pj harvey-down by the water
pj harvey-is this desire
modest mouse-3rd planet
modest mouse-tiny cities made of ashes
judas priest-dreamer deceiver

not: her yerde kar var(liste dışı)

Etiketler:

Cumartesi

ben küçükken astronot olmak isterdim. ama ilkokulda öğretmenlerimiz ne olmak istiyorsunuz diye sıradan sordukları zaman herkes ya öğretmen ya da doktor olmak istediğini söylerdi. ben de herkes aynı cevapları verince, olmak istediğim şeyi söylemekten çekinir ve öğretmenlik ve doktorluk gibi "kutsal" meslekleri isteyememenin ezikliğiyle, "doktor olmak istiyorum" derdim. hiç mi hiç istemezdim halbuki. şimdi ikisi de değilim.

Etiketler:

Cuma

kar sarhoşluğu... yavaş yavaş ayılıyor muyum ne?

geçenlerde buraya yazdığım borges'in "gizli mucize" adlı öyküsüyle örtüşen bir alıntı daha...
alıntı aslında mahabharata'dan ancak elimde 2000 yılında edindiğim, hemen okuduğum ve bir daha okuma fırsatı bulamadığım "zamanların sonu üstüne söyleşiler"var. 3 gazeteci yazar- catherine david, frederic lenoir, jean-philippe de tonnac-'ın 4 farklı -ve önemli- isim/aydınla(jean-claude carriere, jean delumeau, umberto eco, stephen jay gould) yaptıkları söyleşilerden oluşuyor. tekrar okuma ihtiyacı en basitinden, kronik unutkanlığımdan kaynaklanıyor. göz gezdirince unutkanlığımın daha çok farkına varıyorum. buraya aktarma vesilesiyle bu kitapla olan ilişkimi ve alışımı da güçlendirmiş olacağım.

alıntılanacak çok paragraf, cümle, anlatı v.s. var kitapta. bu jean-claude carriere'in söyleşisinden, onun konuşmasından bir bölüm. jean-claude carriere bu kitapta mahabharata'daki söz konusu öyküyü anlatmış. kendisi özellikle edebiyat ve tiyatro yazarı. edebiyat ve tarih öğrenimi görmüş bir aydın.

"zamanın üstesinden nasıl gelebiliriz, içinden nasıl çıkabiliriz, zamanla nasıl oynayabiliriz? mahabharata'dan alınma bir öykü bu deneyimi örneklendirebilir. bir usta ve çırağı kırda yürümektedirler, bir ağacın altında dururlar. hava sıcaktır, otururlar. usta, çırağına, "orada bir kuyu görüyorum. bana biraz su getirebilir misin" der. genç çırak, beşyüz metre ilerideki kkuyuya gider. genç bir kıza rastlar. birbirlerinden hoşlanırlar. konuşmaya başlarlar. genç kız yakındaki köyde oturduğunu söyler. delikanlı, kıza testisini taşımayı önerir. köye kadar giderler. öykü ilerledikçe zamanın görünmeye başladığı anlaşılmaktadır. genç kız, delikanlıyı ailesine tanıtır. yemeğe davet eder. vakit geç olmuştur. gece kalmasını önerirler. kalır. genç, kızla çok hoş vakit geçirmektedir. sonraki günleri de onunla geçirir. sonunda evlenirler. delikanlı köyde çalışmaya başlar. çocukları olur. sonra kızın anne babası ölür: yaşam son derece olağan bir biçimde sürmektedir, derken günün birinde delikanlı birden... su getirmeye gittiğini anımsar! karısının saçlarına aklar düşmüştür bile. ağacın altında bekleyen ustasına su götürmesi gerektiğini anımsar. aceleyle köyü terk eder, bir çanak su alır ve altında ustasının olduğu ağaca gider ve orada kendisine şunu söyleyen ustasını bulur: "neyse... beni bekleteceksin sandım." belki de herşey, genç kızla bakışmalarının gerçekleştiği anda olup bitmişti. tüm bir yaşam. peki bu yaşam gerçekten yaşandı mı?"

Etiketler: ,


aspirin ve kar'ın ortak noktası..

Etiketler:

greencine.com'da bir liste yapılmış; Movies For Snow Lovers nitelemesiyle. listede şunlar var:
Aspen Extreme (1993)
The Shining (1980)
Snow Dogs (2002)
Smilla's Sense of Snow (1997)
Affliction (1997)
Nanook of the North (Criterion Collection) (1922)
The Thing (1982)
There's Something About McConkey (2000)
Cliffhanger (1993)
A Christmas Story (1983)
Scarface (Anniversary Edition) (1983)
Blow (2001)
Better Off Dead (1985)
Jack Frost (1997)
Groundhog Day (1993)
Edward Scissorhands (1990)
The Nightmare Before Christmas (1993)
Fargo (1996)
Superman II (1980)
The Survivors (1983)
The Sopranos: The Complete Third Season (Disc 3 of 4) (1999)
Insomnia (2002)
Hot Dog: The Movie (1983)


@flying snow-hero
içlerinde pek düzgün film yok. bu gibi durumlarda bi kez daha hafızamın zayıflığına hayıflanırım. tonlarca film izlemişimdir kara bata çıka ilerleyen, aklıma gelmez. gelemez. "grinch" geliyor aklıma ki bu listede yer almamış olması eksiklik. akla gelmemesi imkansız. benimkine yine gelmezdi ya, geldi işte. grinch çok tatlı bir filmdi ve kar bu tadı arttırıyordu. başka ne vardı karlı? lars von trier'in bir filmi vardı, soğuk olduğunu hatırlıyorum da kar var mıydı acaba, çıkaramadım şimdi. hem adı neydi? buldum: breaking the waves.
listedeki filmlerden takdire değer bulduğum fargo'nun da oldukça karlı bir backgroundu vardı. bir de shining.. kara gömülü bir filmdi o.
aa bir de harry potter ve lord of rings'de de güzel kar sahneleri vardır. insanı mutlu etmekten ziyade orada olamayışına kahrettiren sahneler..
cold mountain da kar içeren filmlerden olabilir gibi geliyor, snow walker-adı üstünde-
ve içinde, adında christmas geçen tüm filmler neredeyse, kar içerir. lakin şöyle cuk oturan bir film ismi gelmedi aklıma desem yeridir.
not: ankara'da kar aralıklarla devam etmekte ve ben hala evdeyim. sabah bir kar sefasının ardından akşamı bekliyorum. çıkacağım. çok geç kalmamayı ve çktığımda karın hala yağıyor olmasını dileyerek..

Etiketler: ,

saat 2:30. bilindiği gibi gece. ve yine bilindiği gibi ben bugece olan şeyi bekliyordum uzun süredir: kar'ı. kar yağmaya başladığından beri de; el ayak çekilsin, balkon keyfi yapayım, doya doya geceyi ve karı ve huzuru seyredeyim diye bekliyorum. acele etmeden, sindire sindire tatmak için.. bekliyorum. ve nooluyor, adamın biri bu saatte balkonunun ışığını yakıp tam kapının önüne oturuyor. ne yapıyor ne ediyor bilmiyorum, hiç umrumda değil. beni sadece yaktığı o devasa balkon lambası ilgilendiriyor. çevresinde bulunan en az 4 apartmanı daha hırsız önlemi olan aydınlatmalara ihtiyaç duyurmayacak şekilde aydınlatan o lanet lamba! benim balkonuma öyle bir vuruyor ki, adeta sahneye çıkacağım da ışık demiş birileri ve ışıklar.. da da da daaaa.. çıksam, iyice paranoyak olduk, ahali hırsız mı var diyerek dikkat kesilecek, değilse bile allah aşkına söyleyin karanlığa sığınıp kar izlemeyi hayal eden biri için bu ışık ne kadar katlanılır olabilir. hem bu adamın ne hakkı var en az,abartısız, 4 apartmanın sakinlerini bu şekilde rahatsız etmeye, odanın içini bile aydınlatıyor, o derece. çıkmasam, içim içimi yiyor, kapının kenarında durup bekledim uzunca bir süre. yani yaklaşık 10-15 dakika. ama yok adam put gibi, arada hafif kıpırdanma var ama genelde sabit. çıksam şimdi nolcak yani birbirimizi mi seyredeceğiz, birbirimizi göz göregöre görmezden mi geleceğiz? ben onu görmemiş gibi yapıp onun benim gecenin bu saatinde balkonda ne yaptığımı düşünmesine mi tahammül edeceğim. ne yani, ne? kapattığım bilgisayarı tekrar açtım vakit geçsin diye. insan kendini bir şeye şartlandırınca başka bir işle de uğraşamıyor ki. ne yapacağımı bilmez halde dolandım odada, sonra kapı kenarı, sonra tekrar ev gezisi-gecenin bu vaktinde,tıkır tıkır- ve işte bekliyorum burada.
kafayı yicem ya, bu adam o koca lambayı ne diye yakar, nasıl izah eder bunu kendine ve çevresine nasıl izah edebileceğini düşünür?

Etiketler: ,



uzanan

en taze kar görüntüleri...

Etiketler:

Perşembe


...dışarda
kar yağıyor hava
çelik bir ustura gibisoğuk


"hava çelik bir ustura gibi dışarda kar yağıyor zemherinin en acımasız günleri dışarda kar yağıyor öyle masallardaki gibi incecikten ya da lapa lapa değil döne döne buram buram dışarda kar yağıyor hava ustura gibi soğuk minicik elleriyle üşümüş ayaklarını ovuşturan çocuk geceleyin araba vapurunda ürkek gözlerle biletçiyi kolluyor dışarda kar yağıyor morarmış ellerini ısıtmaya yetmiyor nefesi kimi kimsesi gidecek bir yeri yok dışarda kar yağıyor sırtında paltosu yok dışarda kar yağıyor ayağında pabucu yok dışarda kar yağıyor hava soğuk çok soğuk çok bugün yılın bir çocuk günü olabilir bu yıl dünya çocuk yılı olabilir onun bunlardan haberi yok üşümüş acıkmış sıcacık bir çörek gibi güneşi düşlüyor sevilmemiş bilinmemiş unutulmuş dışarda kar yağıyor"*



bir temenni işte.. karın o ufacık minicik tanelerini görünce havada; yağar sandım, çoğalır büyür sandım. öyle istedim. belki..

*ünol büyükgönenç'in 1979'da yaptığı "güzel günler göreceğiz" albümünden 'dışarda kar yağıyor'... 90'larda olgunlar sokak'ta "çekme kaset" olarak bulunabilmişti tarafımızdan.. bir daha da rastlanmadı eşine benzerine, orijinaline..
ünol

Etiketler: , ,

Çarşamba

kar yağacak diyorlar. hiç inandırıcı değil ama hadi hayırlısı..

Etiketler:

manastırlı hilmi beye ikinci mektup

edip cansever

Susmanın su kenarındayız bugün
Ne kadar sevgiyle konuşsak —konuşuyoruz da—
Korkuyoruz gözgöze gelince Hilmi Bey
Korkuyoruz
Sanki gözler rakiptir de birbirine —öyle değil mi—
Ve bir yokuştan iner gibi oluyoruz
Bir yokuştan bir yokuşa sürekli
— Nereye?
— Bilmem ki
Ellerimizde alkol sesleri, saçlarımızda
Alkol sesleri
Dağlarımızda, içdenizlerimizde
Ve günler günlerin içinde öyle yavaş ki
Yerine saplanıyor bir sürahi
Pencereler şaşkın
Perdeler bir uzak yol kadar uzun
Ve balkon
Kendi dudaklarında şimdi
Donmuş bir tavus kuşu
Bir tavus kuşu yontusu belki
Ne tuhaf
Demin de aşağıdan bir bando geçti
Sormak isterdim sana
Bir bando şefinin hüznü nedir Hilmi Bey
Bir bando şefinin uykusu
Nasıl bir uykudur ki Hilmi Bey
Ne kötü
Elimde bir çiçekle yaz geçti.
Ve bugün
Çepçevre oturduk masanın başına gene
Bezik oynadık Hilmi Bey —her gün oynuyoruz ya—
Giysisiz, sadece kombinezonlarımızla —öyle işte—
Oda çok sıcaktı —lal renkli çini soba—
Seniha korse takıyor, yahudi matmazel
Nerdeyse çıplaktı —terliyor terliyor terliyor—
Ve Cemal bir köşeden bize bakıyordu
Bakmıyor gibi bakıyordu
Durmuyor gibi duruyordu da
Benim anlamadığım işte bu
Dün dudağını kesti çarşıda
Kırmızı bir balıkla oynuyordu
Öptü bir ara balığı —neden—
Öperken dudağını kesti
Balık da kırmızıydı, kan da
Ve balık yüzerekten geçti —gördüm iyice—
Dudaklarından
Durdu Cemal gibi biraz ötede
Durmuyor gibi durdu
Ağlamadı, hiçbir şey söylemedi
Bu çocuk anlaşılmayanın ta kendisi
Yalnızca sordu, bu yüzden sana soruyorum ben de
Melekler dişi midir Hilmi Bey
Dişidir diye tutturdu
Yani ben..
Öyleyse neyim
Elimde bir yapma çiçekle.

Adım Cemile ya, çok seviyorum adımı ben
Çocukluğudur insanın adı
Cemal şimdilik Cemal'dir —evet, öyledir—
Benimkisi bir anımsama —Cemile—
Cemal - Cemile: yeni fışkırmış bir marulun sesi
Ezilmiş iki vişne
Ve akşam
Akşam ki sallanacak hamağını buldu
Buluyor
Sular menekşelendi Hilmi Bey
Karpuz lambanın altında
Yorgunum biraz —bütün gün içtim—
Hepimiz içtik
Cemal odasından çıkmadı hiç
Tangolar çaldık üstüste
Eski tangolar —bin dokuz yüz on beşlerde ne vardı
Ben pencereden bakarken
Kimseler ölmemişti
Ölüm diye bir şey yoktu ki Hilmi Bey
Var mıydı?—
Yüzümden bir şeyler aktı aktı
İçim de menekşelendi Hilmi Bey
Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.
Nedense odasına kapandıkça Cemal
Soyundukça soyunuyor yahudi matmazel
Hırslı bir dişi gibi
Ester, diyorum, Ester
Gülümsüyor hafifçe
Bir başka gülümsemeyi karşılar gibi
Öpüşürken gördün mü sen iki öpüşmeyi
Hilmi Bey
Tam öyle
Hızla giyiniyor sonra, dışarı çıkıyor
Üç kişi kalıyoruz birden
Yeni ısırılmış bir elma gibi kalıyoruz
Parlıyor yeşil tarafımız kendi aydınlığında
İçimde bir soğukluk
Dışımda bir begonya.
Karanlık iyice dışarısı
Rakımızı bitirdik —üçümüz—
Cemal odasından çıkmıyor
Birazdan Ester de gelecek
Koltuğa çökecek, bir sigara yakacak
Gene bir haç gibi olacağız dördümüz
Bir evin içinde kocaman bir haç
Kutsal değil, kirli
Coşkulu değil, kırık dökük
Sevinçle çekeceğiz onu kendimize.

Etiketler:

şu sıralar dayanamadığım şeylerden biri de yaşlılık ya da yaşlılar. tahammül edememekle eşanlamlı değil bu söylediğim.
onları hayatımızın dışına itmeye çalışıyoruz. en iyi halimizle bu böyle. onların durumunu biliyoruz, anlıyoruz, onları seviyoruz ama elden ne gelir. bize ayak uyduramıyorlar işte, bu yüzden sırf, onları kenarlarında konuk ediyoruz yaşamlarımızın. içeriye girebildilerse tabii. diyorum ya en iyi olasılık bu. bir de tahammül edemeyenler var. görmeyenler, duymayanlar..
daha kötüleri de var elbet. görmek ve duymak zorunda olup bu zorundalığa işkencevari tavırlarla karşılık verenler..
yaşarsam eğer varacağım noktayı görüyorum babaannemin güç bela evin bir ucundan ötekine gidişinde. merdivenleri çıkamayışında, tuvaleti bulamayışında.yaptığımız konuşmalara kulak misafiri olmaya çalışıp da haliyle anlamayınca sorduğu soruları geçiştirdiğimizde. kimi zaman dışarı çıkarken gelmese daha iyi olur düşündüğümde.. gelip de canı sıkıldığında.. evde otururken canı sıkıldığında. sessiz sessiz dedemle oturup vakitlerin geçmesini bekleyip, günleri sadece namaz kılmak için yaşadıklarını gördüğümde..
onları atmak değil amacım, onları dışlamak değil hayatımdan biliyorum bunu. ama öte yandan farkına varıyorum ki bu kaçınılmaz. artık ayak uyduramadıkları bir döngü var, artık yabancı kaldıkları sürekli değişen, gelişen, büyüyen, kirlenen bir dünya var. artık kapatamayacakları, kapatamayacağımız bir gedik var arada. ve biliyorum ki ben de, onların yaşına ulaşırsam, ayak uydurabildiğim ölçüde varolabileceğim "genç"lerin hayatında.

Etiketler:

Salı


kimi zaman bir yasama sevinci carpar insana, nedensizce.. oylesine.. sevincli yasarsiniz, sevincle yasarsiniz. oylesine.. neden'sizce.. nedeni olmadigindan, hayatinizla sevinc'in "carpisma"si oldugundan yani bir gecerliligi olmadigindan cunku sebepliligi olmadigindan oylece de cikar gider hayatinizdan yasama sevinci denen fenomen.

yerini depresif durumlara birakir; nedenlice. olmasi gerektigince belki de.. yasama uzuntusu de denebilecek bu durum, belli nedenleri oldugundan, carpisma'dan onceki asil durum oldugundan, gecicil durumlarin zemini oldugundan, sebepliligi oldugundan iste; kalir gider hayatinizda yeni carpisma anlariyla kesintiye ugrayana dek.

crash'i izlemis miydiniz buarada? "carpisma" olarak isimlendirilmisti sanirim. ben sevmistim o filmi.
bir de "sliding door" aklima geldi, niye geldi tam olarak anlamlandiramadim desem yalan olmaz. rastlanti... olasilik.. alternatif kaderler.. yasanabilir olup da yasanamayanlar... yasanamayabilecek olup da yasananlar... yasanabilirligi akla dahi gelmedigi halde yine de yasanabilecek olanlar... yasanabilirligi akla dahi gelmedigi halde yasanmis olanlar... oyle olsaydi boyle olmazdilar.. oyle olmasaydi soyle olurdular..

hayat olasiliklardan ibaret. oluyor ya da olmuyor.
olasi.

Etiketler: ,

manastirli hilmi beye birinci mektup

edip cansever

Iste su yagmurlar, iste su balkon, iste ben
Iste su begonya, iste yalnizlik
Iste su damlaciklari, alnimda, kollarimda
Iste yok olusumdan dogan kent
Hicbir yere tasiniyorum, kendime siziyorum yalniz
Ben dedigim koskocaman bir oyuk
Koltugun ustunde, aynadaki yansida
Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatagimda
Yasamayi tersinden kolluyorum sanki
Yetisip one geciyorum sik sik. Sozgelimi
Bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim
iyi
Bugun pazartesi mi? kapinin, pencerenin durumu
Saliyi gosteriyor.
Salondaki buyuk saati sattim
Saatin olcebilecegi
Herhangi bir zaman parcasi yok
Gittigi yeri bilmeyen bocekler gibiyim
Bir oyuga, oyulmus bir yasama
Ne geregi var ki saatin
Balkona cikiyorum surekli
Yollar yollar yollar katediyorum sanki boylece
Bir semtin ilk rengini aliyorum
Ornegin Umraniye'de bir cay bahcesindeyim
Bazan
Anilardan anilara bir yol
Ve
Anilardan anilara sallanan bahce
Hangi yapragi koparsam son ani avucumda kaliyor
iyi.
Yenikoy'de bir kahve icer miyiz, dedim bu sabah
Bu sabah bu sabah
Orali olmadi kimse —pazartesi miydi—
Oyugumdan cikmistim tam, begonyamsa guller icinde
Nasil?
Gullerse guller icinde yani
Ve balkon demirinde bir marti. Dedim ki
Deniz suralarda bir yerde olmali
Cit yok evin icinde
Deniz suralarda bir yerde olmali
Cit yok
Sanki dunyadaki butun cay ocaklari kapali
Ve goklerden tepelere inen bir sokak
Ya da bir akarsuyum ben
Denizse
Suralarda..
Yok onemi bir iki gun kaldi —marti—
Balkonda
Deniz de oldu sonra, marti da
iyi iyi.
Suyu tutmak gibi bir seydi hepsi
Gunler —seni animsadigim zaman—
Birden Kurtulus'tan Taksim'e giden bir tramvay goruntusu
Mavi bir elektirik cakimi tellerde
Sanki kar yagiyor da surekli, Tepebasi'ndayiz
Karlar gicirdiyor ayaklarinin altinda
Besbelli Gumussuyu'ndayiz, Rus lokantasindayiz
—Ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz—
Sarap icmisiz, usuyoruz
Disarda dunya silinmis
ikimiz ikimiz ikimiz
Boyle birkac defa ikimiz
Sonra ki bir fotografa donusuyor her sey
Nasilsa
Sari emmis, mordan cekinmis, kahverengi bir fotografa
Sahi, kalinca bir seyler giyinmeliyim ben
Usumuyorum da
Bende herkes var, diyen bir kizin titrek
Sesleri dokuluyor kucagima
Dudaklarim kan mavisi bugun.
Biz burda iyiyiz, biz burda cok iyiyiz
Biz burda kirk yasindayiz hepimiz
Dordumuz bir kisiyiz de ondan
icimizden biri uyuyor olsa, falan filan
Onu bekliyoruz bir kisi olmak icin
Evet evet, yanilmiyorum ben
Bir iki kisi kaldigimiz zaman yanilabilirim
Dogrusu ya
Yanilmak her seyi yeniden gormek gibi bir sey oluyor
Duvardaki vitray, begonya
Begonya, vitray
Kurtulusla Asmalmiescit birbirine geciyor
Bir tramvayin durmasiyla durmamasi arasindaki ayrim
Karanfil kokuyorsa biraz
Yeni koparilmis bir demet karanfilim ben
Saclarini soguk ve uzun.
Ne diyordum? yagmurlar, evet
Usumuyorum urperiyorum sadece
Bicimini zorlayan bir kedi gibi
Dur biraz
Kapi calindi, hayir, telefon
Telefon kapi telefon
ikisi birden mi yoksa
Yoksa
Ne telefon ne kapi
Bir simsek sesi hic olmazsa
O da degil
Ses filan duymadim ki ben
Yuvarlandikca buyuyen
Bir kartopunun yumusak sesi mi? belki
iki sesi tasiyan bir ses
Neden olmasin
Biraz onceki gibi
Ustumden biri kalkmisti —yok canini—
Oyle degil, bir golgeydi hepsi hepsi
Yer degistiren gezgin bir golge
Bahcedeki ceviz agacindan
iceri suruklenen.

Etiketler:

uzun suredir sag taraftaki listede yer alan bloglardan baska blog okumuyordum. ama 2 istisnayi unutmamali; zaman zaman simiole ve zaman zaman da evcini... bugun listeye bir yenisi katildi, benim icin pek yeni sayilmaz aslinda ama gozum listeden baskasini gormediginden ne yazik ki unutmusum: khalkedon yazmalari

Etiketler:

Pazartesi

hic onemi yok aslinda; ne benim konusmamin, ne de herhangi birinin dinlemesinin. yine de konussam, dinler miydiniz?

karin hala yagmadigindan bahsetsem, kar yagmayabileceginden bahsetsem, bu ihtimalin dilime yaydigi aciliktan bahsetsem;

olumun yakinligindan, korkusunu icime saldigindan, ama yasamin daha korkunc olmasina ragmen bilinirligiyle ilk sirayi olume verdiginden bahsetsem;

hicbirseye dair bilmedigim herseyin uzerime yikilan agirligindan bahsetsem;

yildizlarin ancak bir cocugun hissedebilecegi kadar guzel koktugundan bahsetsem;

insani gucsuzlestiren seyin hisleri oldugundan, nice'ye hak verdigmden bahsetsem;

su an varoluyor olmakla hissettigim tek seyin

anlamsizlik ve bosluk oldugundan, bu boslugun icine kendimi bosaltabilecegimden bahsetsem;

yazdigim soyledigim dusundugum hicbirseyin bi bok olmadigini bildigim icin sustugumu soylesem...

dinlemeyin.

BOSVERiN

Etiketler:

pusuda

edip cansever

konussam uzun uzun - dinler miydiniz -
lambayi sondurmeyin, boylesi daha iyi
sabahlari yanan lambalar
orter gunduzu bir yandan
uysal, dikkatli bir goz gibi

konussam uzun uzun
nar agaclarindan, kistan
bir atli arabadan, cukurunun onunde
onca yaz artigini yigan

konussam, sussam, tekrar konussam
bir evi, mavi cam tokmakli kapilari
dinlenir gibidir orda bir orman
uykuya dalmis kuslari, sincaplari
konussam dinler miydiniz
kirik dokuk asklari - ne kaldi simdi -
dibe coktuler bir bir
yavas yavas islanan
gereksiz esyalar gibi

konussam dinler miyim kendimi
- yagmur kusu icini cekti calida -
boyle daha cok sey var
katilmak icin anilara

konussam uzun uzun
olum var, beklemekte pusuda.

Etiketler:

"normal" yasama donus...

Etiketler:

Perşembe

gizli mucize-Borges

"idam mangasi dizildi, asker haziroldaydi. Kislanin duvarina dayanmis, ayakta duran Hladik, yaylim atesinin gelmesini bekledi. Birisi duvarin kan icinde kalacagina dikkati cekti, hukumluye bir iki adim one cikmasi soylendi. Belki sacma ama, bu Hladik'e fotografcilarin acemice hazirliklarini hatirlatti. Hladik'in sakagina koca bir yagmur damlasi dustu ve yanagindan asagi yavasca suzuldu; cavus ates emrini haykirdi.
Elle tutulup gozle gorulen evren birden durdu."


Çarşamba

bu aralar age of empires 3'e vurdum kendimi. bir kac haftadir surekli oynuyorum ve bugun ogrendim ki oynadikca yukselen levillarin bir anlami varmis. experience karsiligi kazandigin extralari levilin sayesinde cesitlendirip yukseltebiliyormussun. ben de 2'nin daha iyi oldugunu dusunen gruptanim ama yeniligin cazibesine kapilmis durumdayim ve 2'yi yeniden kurup da oynamiyorum biraz da usengeclikle..

Etiketler:

dusuncesizlik kotu niyetlilik degil belki; ama bu onlarin, dusuncesizligiyle benim hayatimda dogurduklari kotu sonucu degistirmiyor. bir takim seyleri sirf dusunemediler diye benim hayatimda birseyler ters gidiyor. ve bu hic de mazur gorulebilir degil.herkes sorumluluklari dahilinde herseyi usunmek zorunda.
nokta.

Etiketler:

wnmp: tek basina- fikret kizilok
cogito'nun 1997'de cikan, "zaman" konulu 11. sayisi... zamana dair 20'nin uzerinde metin var.

(yana yana-fikret kizilok)

onlardan biri:

Anin sezgisinden secmeler*
gaston bachelard

An
I
Bay Roupnel'in kitabini belirleyen metafizik dusunce sudur: Zaman tek bir gerceklige sahiptir, Anin gercekligine. Baska deyisle, zaman iki bosluk arasina asili, anin ustunde toplanmis bir gercekliktir. Zaman yeniden dogabilir kuskusuz, ama once olmesi gerekir. Varligini andan ana tasiyip sure haline sokamaz. An zaten yalnizliktir... En arinmis metafizik degeriyle yalnizlik. Ne var ki, cok daha duygusal turden bir yalnizlik dogrulayip pekistirir anin acinasi yalitilmisligini; anla sinirlanmis zaman, bir tur yaratici siddet yoluyla, bizi yalnizca otekilerden degil, kendimizden de yalitir, cunku en degerli gecmisimizle iliskisini koparir.
Filozof daha dusuncesinin esigindeyken bile -zamani dusunmek her meta­fizigin ilk gorevidir- zamanin, tek basina an olarak, yalnizligin bilinci olarak kendini gosterdigi olumlamasiyla karsi karsiya bulur kendini. Gecmisin haya­letinin ya da gelecegin yanilsamasinin nasil yeniden olusacagini daha ilerde gorecegiz; ama, ilk basta, aciklamakta oldugumuz yapiti iyi anlamak icin, simdiki anin damgasini yemekten nasil kurtarabilir ki kendini? Ayni sekilde, simdiki an nasu olur da muhrunu basmaz gercege? Varligim kendi bilincine ancak simdiki an icinde varabiliyorsa, gercekligin duyuldugu tek alanin simdiki an oldugu nasil gorulmez ki? Sonradan varligimizi ortadan kaldirmamiz gerekirse, varligi tanitlamak icin, dogrusu ise kendi kendimizden baslamamiz gerekecek. Oyleyse, dusuncemizi ele alalim ilk basta, gecen anla birlikte, bizi birakip gideni animsamadan, gelen anin bizlere neler getirip acacagindan da (bilincinde olmadigimizdan) umutsuz, durmaksizin silindigini hissederiz dusuncemizin. Soyle der Bay Roupnel: "Simdinin ve de bir tek simdinin bilincindeyiz. Az once elimizden kacip kurtulan an, yikilip gitmis dunyalar ve sonmus goklerin sahibi o devasa olumdur gene. Gelecegin karanliklarinda, ayni yildirici bilinmez kucaklar, hem yaklasan ani, hem de henuz tanismamis Dunyalarla Gokleri". Bay Roupnel bir kanit daha getirir, ne var ki dusuncesini yalnizca daha da vurgula­mak amaciyla karsi cikacagiz bu kanita: "Hem gelecek hem de gecmis olan bu olumde ayri ayri dereceler yoktur". Anin yalitilmisligini daha da vurgulamak icin, olumun de dereceleri oldugunu, olumden de daha olu olaninsa, az once yitip giden oldugunu soylemeye kadar vardiracagiz isi... Gercekten de, ani dusundukce, unutusun daha yakin bir gecmisi yikip gittigi olcude belirgin olduguna inaniriz; belirsizligin de, gene ayni sekilde, gelecek dusunce eksenine, istenilen ama aldatici oldugu simdiden hissedilen dus eksenine yerlestirildigi olcude heyecanlandirici olduguna da inaniriz. Cok eskilerden, uzak bir gecmisten, incelememiz gereken tumuyle bicimsel bir kalicilik nedeniyle, bir olcude tutarli ve kati bir hayalet geri gelip yeniden yasayabilir belki de, ama cani vuran, gelen ani, eksiksiz bir varlik gibi tum bireyselligiyle saklayip koruyamayiz. Eksiksiz bir ani olusturmak icin bircok anin anisi gerekir. Tipki en acimasiz yas gibi, ihanete ugramis gelecegin bilincidir bu; sevdigimiz birinin gozlerini kapadigi o yurek paralayici an geldiginde, bir sonraki anin nasil dusmanca bir yenilikle yuregimize "coktugunu" hissederiz hemen.iste, anin gercekligini sezdirebilen, bu feci kimligidir belki de. Ozellikle vurgulamak istedigimiz sey, varligin boylesi bir kopusunda, kesinti dusuncesinin tartismaya yer vermeksizin kendisini kabul ettirdigidir. Bu feci anlarin, daha tekduze iki sureyi ayirdigi soylenip karsi cikilacak belki de. Ama, tutku dolu bir dikkatle incelemedigimiz her evrimin tekduze ve duzenli oldugunu soyleriz. Yuregimiz yasami tum ayrintilariyla sevebilecek kadar genis olsaydi, tum anlarin hem bagislayici hem de gasp edici olduklarini da, hep apansiz cikip ge­len genc ya da feci bir yeniligin de Zaman'in ozsel kesintililigini orneklemekten bir an olsun geri kalmadigini da gormus olurduk.

* l Intiution de l instant, editions stock, 1932


Etiketler: ,

Salı


winamp'tan devam...

dead can dance- yulunga
------
maria farandouri-livaneli: san to metanasti
------
uc hurel: bir sevmek bin defa olmek demekmis
------
dream theatre: space dye vest
------
Abbasi halifesi Mehdi, ogluna atalarinin ilminin sakli oldugu, icinde kiyamete kadar olacak her seyin oldugu sefti biraktigini iddia etmis..
sia ise gizli ilimler iceren cefr adli bir kaynagin kendilerine peygamber vasitasiyla aktarildigini savunuyormus.
alakasiz biliyorum ama aslinda su yazdiklarim arasinda neyin neyle alakasi var ki. duymamistim daha once, bu tip gizli ilimsel, buyusel oluslara pek rastlanmaz bizim tarihimizde. hristiyanlarda, yahudilerde falan duymaya alisigiz da.. ilginc geldi. bir de gecenlerde bir sohbet esnasinda islamin yasakladigi buyuden ve ama buna ragmen Allahin insanlari imtihan icin bu ilimle donatarak gonderdigi iki melek(harut-marut)ten bahsetmistik. onu cagristirdi hemen bana. harut ve marut buyu ogrenmek isteyen insanlari vazgecirmeye calisiyor ama yine de israra devam ederlerse inkar karsiligi ogretiyorlarmis insanlara. inkar karsiligi ifadesinden harutla marutun inkar taraftari oldugu anlasilmasin; buyuyu ogrenmeleri otomatik olarak bu sonucu dogurdugu icin ifade bu sekilde. aslinda bir baska kulak calintisi da, islamla, buyunun mesruiyetinin ortadan kaldirilmasiyla, en azindan uluortaliginin yok edilmesiyle; gizli gizli devam eden bir buyu geleneginin varolmuslugu bununsa cok uzak olmayan bir gecmiste yok edildigiyle ilgiliydi.
bu konuya da bu kadar yer yeter simdi.

------

Etiketler: ,



01:08- kahve. is. muzik. blog. song of the nile-dead can dance. imla. tdk.
yazmaya, ara------ ise, devam.........

"siyasi" kelimesindeki i'de sapka yok. yazar oyle oldugunu dusunmus. ama yok. tdk'dan baktim, duzelttim. "dini" kelimesinde ise var; yazar dogru kullanmis bu kez sapkayi.
---------
"sanirsin
daglarda yol olmaz
usanirsin
kalbinde guc kalmaz
uzanirsin
yarin olmaz
zor gunlerin
ardinda huzur olmaz ki her zaman
umutlar yon bulmaz
yarin olsa da
beklenen gun olmaz
...
geliyor geciyor zaman
donuyor durmuyor dunya"
-----------
01.27
"we lost in space
and the time is our own" serenade-steve miller band
-----------

iste iste, bir anda insani nedensizce mutlu eden o sarki..

take me back to my boat on the river
i need to go down, İ need to come down
take me back to my boat on the river
and İ won't cry out anymore
time stands still as İ gaze in her waters
she eases me down, touching me gently
with the waters that flow past my boat on the river
so İ don't cry out anymore
...
the river is wide
...
the river is deep
...
take me back to my boat on the river
and i won't cry out anymore
-styx
01:37
----------
vega diye birileri vamis, hic dinlememistim. sagda solda methini duyuyordum bu aralar. sozleri cok iyi falan diye ozellikle. buldum, listeye attim, dinliyorum ama pek hazzetmedim ya. kizcagiz sarkiyi soylerken pek bi garip hallere girmis gibi. agzini fazla egip bukmus, kasmis sanki kendini ya da fazla relaks olmaya calismis. baska bi sarkisi basladi simdi, bunda oyle degil ama. daha iyi. sozlere dikkat edemiyorum ama. deminki sarki, alisamadim yokluguna'ymis.
----------
bu post yola ciksin artik, ben birazdan devam edeyim.

Etiketler: