zm_ndd

Pazar


ursula k. leGuin'den zaman üzerine etkileyici bir kurgu..

Zaman Azlığı Sorununa İlişkin Bazı Yaklaşımlar

Minnacık Delik Teorisi

Lick Rasathanesi'nden James Osbold tarafından öne sürülen bu hi­potez son derece kapsamlı olmasına rağmen soruna pratik çözüm­ler bulmaya çalışan kurumlar açısından bazı güçlükler doğurmakta­dır. Dr. Osbold'un teorisi matematiksel formüllerden arındırıldığında, kabaca uzam-zaman süreminde bir düzensizlik olduğunun varsayılması olarak tanımlanabilir. Düzensizliğin nedeni, gerçekliğin tek bir küçük ayrıntıda bile olsa, Genel Görelilik Teorisi'nin şartlarına uyum gösterememesidir. Evrenin yapısı üzerindeki etkisi ise lokal bir akış bozukluğu, yani süremde bir delik olmaktadır.
Bu delik Osbold'un hesaplarına göre tamamen uzamsı bir deliktir. Asıl tehlike bu uzamsallıkta yatmaktadır, zira süremde bu şekilde oluşan dengesizlik, kosmosun zamansı yönünde buna denk düşen bir akışa yol açmaktadır. Başka bir deyişle zaman bu delikten kaçıp gitmektedir. Bu, muhtemelen evrenin ortaya çıkışından beri, yani 12 ile 15 milyar yıldır sürmektedir, ne var ki sızıntının dikkate değer boyutlar kazanması oldukça yenidir.
Bu teoriyi ortaya atan kişi bu konuda kötümser değildir, düzensizlik süremin zamansı yönünde olsaydı sonuçların daha da vahim olacağını belirtmektedir. Bu durumda uzamın her seferinde bir boyuttan kaçması söz konusu olabilirdi ki bu, tarifsiz rahatsızlık ve kargaşa doğururdu. Yine de Osbold şunları söylemektedir: "Bu du­rumda hiç olmazsa bunun için bir şeyler yapmaya yetecek zamanı­mız olurdu."
Teori şurada ya da burada, ama mutlaka bir yerde bir delik ol­duğunu varsaydığı için Lick Rasathanesi ve Avustralya'daki iki ra­sathane işbirliği yaparak bu nokta/kertenin yerini saptamaya yar­dım edebilecek kızıl kuşaktaki lokal farklılıkları bulmak amacıyla ortak bir araştırma başlatmışlardır. "Bu çok küçük bir delik olabi­lir" demektedir Osbold. "Minnacık bir delik. Ciddi bir hasar ver­mesi için çok geniş olması gerekmez. Ama etkileri burada, Yeryü­zünde böylesine belirgin olduğuna göre Andromeda Galaksisi'nin ötesine gitmeden onu bulabiliriz sanıyorum. Ve yerini belirledikten sonra da Hollandalı bir çocuk bulduk muydu, bu iş tamam.”

Biyolojik Olarak Çözünemeyen An

Zaman azlığı sorununa ilişkin tamamen farklı bir açıklama da Interco Development Corporation'a bağlı bir araştırma ekibi tarafından ileri sürülmüştür. Bu yaklaşım, içten yanmalı motorların ekoloji ve etolojisi alanında uluslararası düzeyde tanınmış bir otorite
olan N.T. Chaudhuri tarafından sunulduğu şekliyle kozmolojik olmaktan çok kimyasaldır. Chaudhuri, tam yanmamış Petrollü yakıt isinin belli koşullarda -yaygın anksiyete bunu doğuran başlıca etkenlerden biridir - zaman ile kimyasal bir bağlantı oluşturarak tıpkı nükleer etkilerin bazı serbest atomları moleküllerine "bağlaması" gibi onları "bağladığını" kanıtlamıştır. Bu süreç, zaman-billurlaşması ya da (akut anksiyete durumunda) zaman-telaşesi olarak adlandırılmaktadır. Sonuçta ortaya çıkan anların yoğunlaşmış düzenlenişi "önceden var olan rastlantısal bir "şimdilik"ten çok daha düzenlidir. Fakat maalesef bu entropi azalışının bedeli yaşam desteklerinin büyük ölçüde azalışı olmaktadır. Gerçekte petrol/zaman alaşımı hiçbir yaşam biçimiyle, hatta sanıldığının tersine anaerobik bakterilerle bile kesinlikle uyuşmamaktadır.
Demek ki mevcut tehlike, ekip elemanlarından F. Gonzales Park'ın deyimiyle serbest zamanımızın, daha uygun bir ifadeyle radikal zamanın büyük bir kısmının bu toksinli alaşım tarafından emilmesin olmaktadır (Park, buna petropsikotoksin ya da PPST adını vermektedir). Sonuç olarak ABD Hükümeti'nin birçok mağara, bataklık, delik, okyanusta ve arka bahçelerde yığdığı veya depoladığı PPST rezervlerinin ortaya çıkarılıp alaşımın parçalanarak serbest zamansal radikallerin ortaya çıkarılması zorunlu olmaktadır. Senatör Helms ve bazı Güneşkuşağı Demokratları buna şimdiden karşı çıkmışlardır. PPST'den zaman damıtma sürecinin tehlikeli olduğu da kesindir. Zira bu, o kadar çok oksijen gerektirmektedir ki aynı ekibin bir başka üyesi O. Heiko'nun da belirttiği gibi sonuçta bol bol serbest zaman bulsak bile bu kez havasız kalma ihtimali söz konusudur.
Zamanın petrol kuyularından bile daha hızlı tükendiğini hisseden Heiko da bir "kemer sıkma" politikası önermektedir. Bunun için ilk olarak ses hızının üstündeki uçuşların yasaklanması ve sonra da sırasıyla pervaneli uçaklar, yarış arabaları, standart arabalar, gemiler, sürat motorları, vs. üzerinde çalışılması, hatta gerekirse tüm petrolle çalışan taşıtların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Burada esas olan, standart hızdır. Zira, petrol-yakıtlı taşıtın hızı arttıkça sürücü ve yolcuların bilinçli ya da bilinçaltı anksiyetesi yoğunlaşmakta ve zamanın petrolizasyonu artıp sonuçta orta; çıkan PPST de daha zehirli olmaktadır. Kirlilik konusunda hiçbir güvenli düzey olmadığını savunan Heiko, mopetlerin bile yas kapsamına alınmasını önermektedir. Heiko'nun da belirttiği gibi saatte 3 milden az bir hızla seyreden bir tek dizel motorlu için biçme makinesi bile bir mahalleyi kaplayan bir alanda bir Pazar akşamının tam 3 saatini petrolize edebilmektedir.
Ne var ki petrol tüketimine konulan bu yasak, sorunun yarısını çözebilecektir. İslam ülkeleri tarafından başlatılan ham zamanın fiyatını saat başına 8.50 dolara yükseltme girişimi, Zaman Tüketen Ülkeler Örgütü’nün direnişi karşısında başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak Batı Almanya şu anda bile saat başına 18.75 dolar, yani ortalama Amerikalı tüketicinin ödeyebileceğinin iki katını ödemektedir.

Etiketler: ,

Cumartesi

zaman üzerine


norbert elias

bir sosyolog olan elias'ın zaman incelemesi olarak nitelenebilecek kitabı.. kitap, zaman kavramı ile ilgilenenler için önereceğim başlıca kitaplardan. daha önce "zaman kavramı" adlı kitaptan bahsetmiş, alıntılar yapmıştım. augistunus, heidegger ve aristo'nun zaman üzerine düşüncelerini içeren, imge yayınları'ndan çıkmış bir kitap..

bir toplumbilimci gözüyle zaman.. aslında herşey çok basit ama yine de algılamakta güçlük çekiyoruz zamanı. elias, basit bir şekilde anlatmış. yine de hala kimse birşey söyleyemiyor zaman için..

“zaman” ifadesi, iki ya da daha fazla, sürekli hareket halindeki olaylar içindeki dilimlerin başlangıç ve bitiş pozisyonlarını ya da bu pozisyonlar arasındaki süreleri birbirleriyle ilişkilendirme an­lamına gelir. Bu ilişki, iletişimsel özellik taşıyan sosyal bir sembol olan "zaman" kavramında ifadesini bulur. Bu kavram belli hir toplumun çerçevesi içinde yaşanabilen, yaşantımızda yer alan, ama duyularla algılanamayan bir imgeyi, yani insanların belleğinde yer alan bir imgeyi, ses dediğimiz algılanabilir bir kalıp halinde, [z/a/ m/a/n], insandan insana taşıyabilir.
Eski bilgi teorisinin alışkanlıkları doğrultusunda burada şöyle bir düşünce ortaya çıkabilir: Demek ki, "zaman", tek insanın kur­duğu bir ilişkidir ve tek tek insanların dışında olgusallığı yoktur, var olamaz. Bu eksik çıkarsamanın nedenlerinden, daha doğrusu zaaf kaynaklarından biri, bu düşüncede, bilginin öznesi olarak bir toplumun değil de bir insanın anlaşılmasıdır. Bu bir zaaftır, zira tek kişi, "zaman" kavramını kendi yetenek ve gücüyle keşfetmiş değildir. İnsan zamanı, gerek bir kavram olarak gerekse de bu kavramla kopmaz bir birlik oluşturan bir sosyal kurum olarak çocukluğundan başlayarak öğrenir. Zamanın kavram ve kurum olarak var olduğu bir toplumda, "zaman" kavramı, felsefecilerin zihninde oluşmuş ve karşımıza felsefe kitaplarında çıkan bir düşünme enstrümanı de­ğildir. Böyle toplumlarda yetişen herkes, "zamanı" oldukça erken yaşlarda, sosyal bir kurum olarak tanır ve öğrenir. Çok geçmeden de onu bir dış zorlama, insanın dışından dayatan ikinci bir doğa olarak hissetmeye başlar.
...
Zaman belirlemenin, in­sanlar için ne gibi işlevler taşıdığı söylenebilir. Toplumsal gelişmenin seyri içinde bu işlevlerin hangi bakımlardan değişime uğradıkları da ortaya konabilir. Bu değişimler, dönerek zaman be­lirlemenin biçimine ve yollarına etkir; aynı zamanda bu amaca hiz­met eden araç ve enstrümanlar da değişir. Oysa zamanın ontolojik statüsü, varlıklar arasındaki yeri, bugün hâlâ açıklanabilmiş de­ğildir. Zaman üzerinde kafa yorarız; ama karşımızda ne türden bir şeyin bulunduğunu doğru dürüst bilmeyiz. Zaman, bir doğa nes­nesi midir? Doğa olaylarının bir parçası mıdır? Yoksa bir kültür objesi midir? Yoksa, zaman sözcüğünün dilbilgisel tanımda bir isim olması, onun bir nesne olduğu yanılsamasını mı yaratmak­tadır? Saatlerin zamanı gösterdiklerini söylediğimizde, aslında onlar neyi göstermektedir?

Zaman Üzerine,
Norbert Elias
Ayrıntı Yayınları, 2000

Etiketler: ,

Cuma

aşk şiirlerinin unutulmaz şairi toprağa verildi. attila ilhan'ın bir şiirini şiir defterine yazmamış genç kız yoktur pek sanırım. ama abartmamak lazım, bu ülkede attila ilhan'ı bile tanımayan o kadar çok genç kız var ki. tanımayan ve hatta şair olan..attila ilhan deyince aklıma ilk gelen şiiridir sisler bulvarı. sisler bulvarı deyince de grup dinmeyen çağrışır hemen. yine yakınlarda "toprağa verdiğimiz" bir insanın, kazım koyuncu'nun ilk grubu. ve ilk olup tek kalmış albümleri: sisler bulvarı. arşivi karıştırdım biraz ama bulamadım şarkıyı, rapid'e eklesem siz de dinleseniz iyi olurdu.
...
elimde bir çocuk kitabı var: beyaz dua evi çocukları. fantastik romanlar deryasına bir damla daha işte. sevimli bir kitap. "çocuklar için zaman yoktur. onlar hiçbirşey için acele etmezler ama geç de kalmazlar." diyor yumçil. esra elönü yazmış, birsu çeltek resimlemiş. çizimleri çok şirin.

Etiketler:

Salı

kaldığım yerden devam edersem..

zaman metinleri'nde en son ursula k. leguin'in bir öyküsüne yer vermiş ve bunun aklıma geliş ve bloga aktarılış sebebi olarak da, yine zaman metinleri'nin son demlerinde yayımladığım, melih cevdet'in "öğle uykusundan uyanırken"inde geçen bir cümleyi göstermiştim: "Hayvanların en büyük korkusu insan olmaktır."

evet, bu cümle aklıma hemen ursula k. leguin'in sevdiğim bu öyküsünü getirmişti. e tabii konuyla ilgisini de kurarak bahanemi hazırladıktan sonra öyküye yer verebilirdim. şimdiki bahanem ise görüldüğü gibi, kaldığım yerden devam etmek... öykü yine huzurlarınızda...

Kadın kocasını anlatıyor

iyi bir koca, iyi bir babaydı. Anlamıyorum, inanmıyorum. Gerçek olduğuna inanamıyorum. Gözlerimle gördüm, ama gerçek olamaz. Her zaman çok ince biriydi. Onu çocuklarla oynarken görseydiniz bir kez; onu çocuklarla oynarken gören hiç kimse onda kötülük olduğuna; en ufak bir şey olduğuna inanamazdı. Onunla ilk karşılaştığımda Kaynak Gölü'nün karşı yakasında, annesiyle birlikte yaşıyordu; onları, anne ve oğul sık sık görür, ailesiyle bu kadar iyi geçinen bu genç adamın tanımaya değer biri olduğunu düşünürdüm. Sonra bir keresinde ormanda tek başıma yürürken avdan geldiğini gördüm. Bir şey yakalayamamıştı, tek bir tarla faresi bile, ama bu moralini bozmamıştı. Sabah havasının tadını çıka­rarak geziniyordu. En hoşlandığım yanlarından ilki bu oldu. Hiçbir şeyi fazla takmıyor, işler istediği gibi gitmedi diye hırıldanıp homurdanmıyordu. Böylece konuşmaya başladık. Ve bundan sonra her şey yolunda gitti herhalde ki kısa süre sonra buradan ayrılmaz olmuştu. Ve kız kardeşim şey dedi - bu arada annemle babam evvelki yıl güneye göçüp burasını bize bırakmışlardı- kızkardeşim biraz sitemli ama ciddi "Pekâlâ, her gün gece yarısına kadar burada kalacaksa bana yer yok sanırım!» dedi. Ve gitti. Çekip gitti. Birbirimize hep yakındık, kız kardeşim ve ben. Bu hiç değişmedi. Zor zamanda onsuz yapamazdım.
Böylece, o buraya gelip benimle yaşamaya başladı. Bütün söyleyebileceğim şu, hayatımın en mutlu yılıydı. Bana karşı o kadar iyiydi ki. Çok çalışkandı. Hiç tembellik etmezdi, iriyarıydı, yakışıklıydı. Herkes ona bakakalırdı, eee öyle gencecik birine kim bakmaz ki? Gece toplantılarında, hep ona şarkı söyletirlerdi. Öylesine güzeldi sesi; güçlü bir şekilde şarkıyı başlatır, diğerleri ince ve kalın seslerle ona katılırlardı. Şimdi düşününce tüylerim diken diken oluyor, çocuklar daha küçükken toplantılara katılamadığım zamanlarda, ağaçların arasından bana ulaşan sesi ve ay ışığı, yaz; geceleri, parlayan dolunay. O kadar güzel bir şey duyamayacağım bir daha. Böyle bir coşkuyu tanımayacağım hiç.
Ay yüzündenmiş, öyle diyorlar. Ay yüzünden, bir de kan. Ba­basının kanında varmış. Babasını hiç tanımadım, kimbilir ne ol­muştur şimdi? Beyazsu taraflarından geliyordu, buralarda hiç akra­bası yoktu. Hep oraya geri döndüğünü düşünürdüm, ama şimdi bilemiyorum. Kocamın başına gelenlerden sonra onun lafı çok geçti. Hakkında hikâyeler anlattılar. Kanındaki bir şeymiş, öyle di­yorlar, hiçbir şey çıkmayabilirmiş, çıkarsa da ayın halleri yüzün­den çıkarmış. Hep, ay karardığında olurmuş. Herkes evine gitmiş uyurken. Kanındaki lanetten gelen bir şeymiş, öyle diyorlar ve uyuyamadığı için ayağa kalkar yakıcı güneşe doğru gidermiş, her zaman tek başına -kendi gibileri bulmak için diyorlar.
Öyle de olabilir gerçekten. Çünkü kocam yapardı bunu. Doğrulup sorardım, "Nereye gidiyorsun" ve o da cevap verirdi, "Haa, şeye, ava, akşama gelirim", başka biri gibi olurdu, sesi bile farklı gelirdi. Ama çok uykum olurdu, çocukları uyandırmak istemezdim, o da o kadar iyi ve sorumluluk sahibi biriydi ki "Neden?", "Nereye" falan diye sormak hiç aklımın ucundan geçmezdi.
Yani, bilemedin üç veya dört kez oldu. geç saatte bitkin bir şekilde gelirdi ve onun kadar iyi huylu birinden beklenmeyecek kadar aksi
olurdu; iki çift laf etmek bile istemezdi. Herkes arada bir aksileşir, bu zamanlarda da üstüne üstüne gitmek işe yaramaz diye düşünüyordum. Ama beni endişelendirmeye başlamıştı. Gitmesi değil, öyle yorgun ve garip bir halde gelmesi. Kokusu bile garip oluyordu. Tüylerim ürperdi. Dayanamayıp söyledim, "Bu ne, bu kokular? Her yanını sarmış!" O da dedi ki 'Bilmiyorum" böyle kestirip attı ve uyur gibi yaptı. Ama benim fark etmediğimi düşündüğü bir sırada kalkıp iyice yıkandı. Ama o kokular günlerce tüylerinden çıkmadı ve yatağımıza bile sindi.
Sonra da o korkunç şey. Nasıl anlatmalı, bilemiyorum. Aklıma gelince ağlamak geliyor içimden, En küçük yavrumuz, küçük bebeğim babasından birdenbire uzaklaştı. Bir gecede. O geldiğinde korkudan donakalıp şöyle bir baktı, sonra ağlamaya başladı ve ar­kama saklandı. Daha tam konuşamıyordu, ama sürekli "Gönder şunu, gönder şunu" deyip duruyordu.
Bunu işittiği zaman gözlerindeki o bir anlık bakış. Asla hatırlamak istemediğim bir şey bu. Unutamadığım bir şey. Kendi çocuğuna bakarken gözlerinin aldığı o ifade.
Çocuğa döndüm, "Çok ayıp, ne oldu sana!" diye azarladım onu, ama bir yandan da sımsıkı tutuyordum, çünkü ben de korkmuştum. Korkudan tir tir titriyordum.
0 da o zaman uzaklara bakıp "Herhalde kötü bir rüya gördü" gibisinden bir şeyler söyledi ve öyle geçiştirdi. Ya da öyle yapma­ya çalıştı. Ben de öyle. Ve babasından korkup deliye dönen bebeği­me gerçekten sinirlendim. Ama elinden başka bir şey gelmiyordu ve ben de onu değiştiremezdim.
Bütün gün bizden uzak durdu. Çünkü biliyordu sanırım, ayın kararması başlamak üzereydi.
İçerisi sıcak ve kapalıydı ve karanlıktı, hepimiz uyuyakalmış­tık, derken bir şey beni uyandırdı. Yanımda değildi. Girişten hafif bir gürültü geldi, kulak verdim. Ben de kalktım, çünkü dayanamıyordum artık. Girişe doğru gittim, orada ışık vardı, kapıdan gelen keskin güneş ışığı. Ve onu gördüm, dışarıda girişteki uzun çimenlerin yanında duruyordu. Başı o yana bu yana sallanıyordu. Derken oturdu, yorgun düşmüş gibiydi ve ayaklarına baktı. Kımıldamadan içeride durup onu seyrediyordum, neden bilmiyorum.
Ve neye baktığını gördüm. Değişimi gördüm. Önce ayakların­dan başladı. Uzuyorlardı, her bir ayağı uzadı, gerildi, başparmağı geriliyor, ayakları uzuyordu, etli ve beyaz, üzerlerinde hiç tüy yoktu.
Tüyleri tüm vücudundan dökülmeye başladı. Hepsi güneşte kuruyup gitmiş gibiydi. Baştan aşağı bembeyazdı, tıpkı bir solucanın derisi gibi. Ve yüzünü çevirdi. Ben bakarken o da değişiyordu. Düz­leşti, daha da düzleşti, ağzı düz ve genişti ve dişleri, düz ve bir örnek kulakları gitti, gözleri mavileşti - mavi, çevresinde beyaz halkalar olan bir mavi- o düz, yumuşak, beyaz suratıyla bana bakıyordu. Sonra iki ayağı üzerine dikildi. Onu gördüm, onu, aşkımı o iğrenç yaratığa dönüşürken gör­düm.
Kımıldayamıyordum, ama orada, girişte durmuş gün ışığına ba­karak kalakalmış tir tir titriyordum, çılgın, korkunç bir ulumaya dönüşen homurtu kopardım. Acılı bir uluma, bir korku uluması, bir çağrı uluması. Ve diğerleri de işitti, uyuyanlar bile uyandı.
Kocamın dönüştüğü o şey gözlerini dikip, uzun uzun baktı ve yüzünü evimizin girişine doğru uzattı. Ölüm korkusuyla donup kalmıştım, ama arkamda çocuklar uyanmıştı, bebek inliyordu. An­nelik öfkem kabardı birden, homurdanıp biraz ileri çıktım.
İnsan-şey etrafına bakmıyordu. İnsan yerlerinden gelenler gibi silahı yoktu. Ama uzun beyaz ayağı ile ağır bir dal parçasını yaka­lamış, ucunu evimize, üstüme doğru tutuyordu. Dalın ucuna dişle­rimi geçirdim ve zorlamaya başladım, çünkü insanın fırsatını bu­lursa çocuklarımızı öldüreceğini biliyordum. Ama o sırada kız kardeşim geliyordu. Başını eğerek kızgın güneşi gibi sarı gözleriy­le insanın üstüne doğru koştuğunu gördüm. İnsan ona doğru dönüp vurmak için dalı kaldırdı. Ama annelik öfkesiyle kapıdan fırladım; ötekiler de çağrımı duymuş geliyorlardı, bütün bir takım orada, kör edici aydınlıkta ve öğle güneşinin sıcağında bir araya gelmiştik.
İnsan bizlere baktı, yüksek sesle bağırdı ve tuttuğu dal parça­sını sallamaya başladı. Sonra korkuya kapılıp dağın aşağı tarafın­daki boş tarlalara ve ekim alanlarına doğru kaçmaya başladı. İki ayağı üzerinde sıçrayarak ve sallanarak koşuyordu ve biz de pe­şinden gittik.
En arkadan ben gidiyordum, çünkü aşkım, hala içimdeki öfke ve korkuyu engelliyordu. Koşarken onu yere devirdiklerini gör­düm. Kızkardeşimin dişleri gırtlağındaydı. Oraya gittiğimde öl­müştü. Diğerleri kanın tadı ve kokusu yüzünden ölünün yanından uzaklaşıyordu. Gençler korkuyla sinmiş ve bazıları ağlıyordu ve kız kardeşim ağzındaki tadı silmek için ağzını önayaklarına sürüp duruyordu. Yanına gittim, çünkü o şey ölünce büyünün, lanetin bo­zulacağını, kocamın -ölü veya diri- geri geleceğini düşünüyor­dum. Tek istediğim onu, gerçek aşkımı hakiki biçimiyle, tüm gü­zelliğiyle görmekti. Ama orada yatan yalnızca beyaz, kanlı, ölü bir insandı. Geri çekildik, çekildik, döndük ve tepelere, gölgeli orma­na, alacakaranlığa, güzelim karanlığa doğru kaçtık.

Etiketler:

zaman metinleri, ayraç'ın %51 hissesini alırsa..


@Livia Alessandrini

sanırım yapabileceğim tek şey buydu; ayraç'a zaman metinleri adıyla devam etmek.. ne kadar doğru bilmiyorum ama zaman metinlerini bir şekilde devam ettirmek istiyordum, bu yöntemi kullanacağım-en azından deneyeceğim-

Etiketler:

Çarşamba

vaziyet

paul klee


"susamıştır, ve onu pınardan sadece bir çalılık ayırmaktadır. ama iki parçaya bölünmüştür o: bir parçası bütün manzarayı görüyor, orada dikildiğini ve pınarın hemen yanıbaşında olduğunu görüyor; ama ikinci parçası hiçbir şeyin farkında değil, olsa olsa ilk parçasının her şeyi gördüğünü sezinliyor sadece. hiçbir şeyin farkında olmadığı için de pınardan su içemiyor."

(29 şubat- kafka'nın günlüğünden.)

Etiketler:

Salı

zaman metinlerini kaybettim. artık yok. onun yokluğundan olsa gerek hiç birşey yazmak istemiyor canım. bilgisayar başına da oturmuyorum pek. bol bol yerli film izledim bu süreçte.

eğreti gelin ve büyü'yü televizyonda izlemiştim. ardından; o da beni seviyor, zıkkımın kökü, karşılaşma, gönül yarası, yazı/tura... büyü felaketti. eğreti gelin, zıkkımın kökü ve karşılaşma ise diğerlerinin arasından sıyrılan filmler oldu. gönül yarasını oscara aday adayı olarak seçtik, biliyorsunuz. yazı tura ve gönül yarası eşit oranda oy almış ve kura usulüyle gönül yarası seçilmiş. gönül yarası sanırım yazı turadan daha iyi bir seçim. ama sadece yazı tura ile yapılan bir kıyas bunu söyletebilir. yoksa uluslararası en büyük yarışma organizasyonuna gönderilebilecek düzeyde bir film olduğu konusu şüphelidir bence.

uğur polat'ı beğenirdim, ancak bu filmlerden ikisinde yeniden izleyince fikrim değişti sanırım. çiğ bir yanı var oyunculuğunun. belki; tiyatro sahnesinde oynarmış gibi oynuyor hala, ondandır rahatsızlığım.. nurgül yeşilçay'ı da beğenmezdim aksine. onu da eğreti gelin'de izleyince fikrim değişti. ancak hepsi bir yana zıkkımın kökü bir yana. menderes samancılar'ın katkılarıyla.. çok sıcak, samimi bir film. fazlasıyla da gerçek. gerçeklik film beğenme kıstasım değil tabi ama bu filmde yaşantıların gerçekliği öyle güzel ve gülümseterek verilmiş ki film izlemenin ötesinde şeyler hissediyorsunuz. muzaffer izgü'nün çocukluğu.. memduh ün yönetmeni.

aslında bahsi geçen tüm film, oyuncu ve yönetmenler link bekliyor ama uğraşacak halim yok.

Etiketler: ,